“Ey Boğaz’ın hülyalı suları!..Şimdi hürriyetin neşesiyle yeşil tepelerin eteklerine köpüklü dalgacıklarınızla dantelalar işliyorsunuz. Sizleri çiğnemeye gelen o çelik devlere karşı kükreyemez miydiniz! Bir millet, bir ümmet, bir medeniyet kaderini sizlere emanet etmişti.Yüzyıllardan beri canları pahasına sizleri koruyana sadakatinizi esirgememeniz için Cideli Mehmet Çavuş’un, Lapsekili  Ali’nin, Kilitbahir’li Yüzbaşı Hasan’ın, Libyalı Üsteğmen Mevsuf’un kurban olmaları mı lazımdı!
          Siz ey Kanlısırt, Kocaçimen, Kabatepe!...Baharın şu günlerinde üzerinize bir gelinlik gibi düşen güneşin pırıltıları altında bahtiyar uyuyorsunuz. Pütürgeli Bilal, Yozgatlı Kınalı Murat, Ezineli Yahya Çavış, Konyalı Mıstık ve iki yüz elli üç bin vatan evladı kemiklerini size siper etmeseydiler,haliniz nice olurdu! Bedelinizin ağırlığını göstermek için mi alev saçan namlulara karşı lavlarınızı püskürtmediniz!...
          Ve siz ey hayatlarının baharında şehadet mertebesine erenler!..Alemlerin Rabbi sizler için “diridir” derken destanınızı fanilerin yazamayacağına da işaret ediyor. Biz yaşamasak da kanlarınızla yoğurduğunuz tepelerde rüzgar ebediyete kadar cenginizi terennüm edecek, mahzun vadilerde sütun sütun Fatihalarla yükselen mezar taşlarınızı gökler selamlayacak!...”
          Veciz cümlelerle ne güzel anlattı Çanakkale Savaşı’nı  Mehmed  Niyazi “Çanakkale Mahşeri” adlı romanında. Evet O Çanakkale ki, Türk’ün adını tarihe altın harflerle yazdırdığı yerdir. Çanakkale , Türk’ün emperyalistlere imanla, inançla direndiği yerdir. “Çanakkale geçilmez” ifadesinin dünyaya haykırıldığı bir destandır. “Yedi düvele” karşı şanlı direnişin destanıdır. İstiklal Harbi’nin kazanılacağının müjdecisidir. Vatan sevgisinin, hürriyet tutkusunun yeniden yakılan meşalesidir. Atatürk’ün Mehmetçiğin başında cephede yer aldığı ve yönettiği kazanılan bir zaferdir.
          Tarih, 18 Mart 1915.. İstanbul Çapa Tıp Fakültesi, İstanbul Erkek Lisesi, Adana Lisesi, Kayseri Lisesi, Trabzon Lisesi öğrencilerinin kanlarıyla, canlarıyla savaşıp şahadet şerbetini içtikleri bir tarih. Hiç şüphe yok ki onlar canlarını bu vatan için feda ederek bize can verdiler. Onların sayesinde bu cennet vatanda özgürce yaşam hakkımızı kullanıyoruz. Bugünkü varlığımızı onlara borçluyuz. Onlar için yazılacak her yazı eksik, söylenecek her söz yetersiz, her anlatım yavan kalır. Yapmamız gereken; bu vatan için onların yaptığı fedakarlığı bizim de yaparak gelecek nesillere bağımsız, hür, muasır medeniyete ulaşmış bir Türkiye’yi emanet etmektir. Bu konuda yolumuz Büyük Önder Atatürk’ün çizdiği yol, rehberimiz bilim olmalıdır. Bilim, iktisat, teknoloji alanlarında yeni zaferler kazanmak için çalışmalıyız. Ancak bu sayede Atamıza ve dedelerimize olan vefa borcumuzu ödemiş oluruz. 
          Geçmişimize bakıp oradan ders alarak geleceğimize yön vermeli, Atatürk’ün “Bağımsızlık, benim karakterimdir” sözünü kendimize şiar edinmeliyiz. Titreyip kendimize dönmeliyiz. Bu cennet vatanı canımız pahasına kanımızın son damlasına kadar savunmalıyız. Amacımız, yaşamak için yaşatmak olmalı. Bu vatan bizim, hep bizim kalacak.
          Çanakkale’de, İstiklal Harbi’nin tüm cephelerinde ve günümüzde bu vatan için şehit olanları rahmet ve minnetle anıyor, manevi varlıkları huzurunda saygıyla eğiliyorum. Gazilerimizi de sağlık dileklerimle ve saygıyla selamlıyorum. Maddi ve manevi varlığınız zenginliğimiz ve teminatımızdır.