(Ağustos 2002, Saat: 15.20)

Daha çok genç yaşımda sen geldin kucağıma,

Bense kelebekler gibi uçuyordum,

Çünkü anne, anne  oluyordum.

Dünyadan bir haber, anneliği tadıyordum.

Güzel yüzünü gördükçe, daha çok çocuk istiyordum.

Mutlu bir evliliğim yoktu, senin minik gülücüklerin,

Üşüyen kalbimi ısıtıyor, neşe saçıyordu.

Artık bir bayan, üstelik anneydim.

Arkadan kardeşin açtı gözlerini dünyaya,

Mutluluğuma neşe kattı, bir kız bir oğlan anasıydım.

İçimdeki hisler, çorap söküğü gibi,

Birbiri ardına geliyor,  geleceğinizi, sizleri düşünüyordum.

Sanki bir başka dünyada yaşıyor, anneliği doyasıya tadıyordum.

Günler, aylar, yıllar geçip gidiyor, fark etmiyordum.

Sevgiyi, neşeyi, mutluluğu sizlerle yaşıyor, uçuyordum.

İşte, sıcak bir yaz günü, sizler büyüyüp evlenmiş,

Mutlu, sıcak yuvalarınızda, meslekleriniz ellerinizde,

Bense kaçıp giden o yılları fark etmeye başladım.

Yıllar mı yalancı, yoksa yaşam mı, inanın anlayamadım.

Daldıkça geçmişin derinliklerine, daha çok yoruldum.

Radyoda istekler saati vardı, herkes çeşit çeşit şarkılar hediye ediyordu yakınlarına.

Bense uçan kelebekleri seyrediyor, kendime benzetiyordum,

Çiçekten çiçeğe uçmalarını, şu kısacık ömürlerinde.

Zamanın nasıl geçtiğini fark ediyorlar mıydı acaba?

Gözlerimi kaldırıp, Dalyan’ın o eşsiz güzel, yeşil dağlarına baktım.

İçime bir ferahlık verdi. Cırcır böcekleri, bu sıcak ağustos  ayının tadını çıkarıyordu.

Hafiften bir yel, okşar gibi yanaklarıma öpücükler koyuyordu. Aynı çocuklarım gibi.

Dağların böyle sere serpe yatışına bakıp, güldüm.

Binlerce yıl böyle yatan dağların işi de zor olsa gerek.

Belki de insanlar daha duyarlı olsa, onlara daha candan baksa,

O dumanlı başlarındaki hüzün kalksa,

Bir güvercin, elektrik tellerinde, dağlara dönmüş bakıyor.

O da benim gibi yalnız diye iç geçirdim, 

Sessizce göz  yaşlarımı içime gömdüm.

Bir daha o güvercini o telde hiç görmedim.