Dirilmek için ölmeyi bekliyoruz

Biz Türkler kendimizi bildik bileli hep bir vahşetin içindeyiz. Savaşlar, doğal afetler, ekonomik krizler ve daha nicesi. Benim gibi milenyum çağında doğmuş olan gençler bile her yaşında ayrı bir sansasyonla karşılaşıyor. Hatta birçoğumuz bu ülkeyi bırakıp gitmek, refah içinde yaşamak istiyoruz. İstiyoruz, çünkü kafamızı bile kaldıramayacak duruma geldik. Ülkenin bir köşesinde deprem riskleri, öbür köşesinde orman yangınları, sokaklar da mülteci baskınları, evlerimizde uçuk kira fiyatlarını talep eden ev sahipleri… Huzura erebileceğimiz, kafamızı dinleyebileceğimiz tek bir yer bile kalmadı artık. Bu yüzden yapabileceğimiz tek şey iç dünyamızda bir şeyler yeşertmek. Bilincimizi geliştirmek. Ben bunun için film-dizi gibi şeyler izlemenin yanı sıra kitap okumayı da tercih ediyorum. Çünkü kitaplar beni gerçeklerle yüzleştiriyor. Tarihimi hatırlatıyor. Bana damarlarımdan akan kanı hissettiriyor.

Bu hafta size çok sevdiğim bir yazarın kesinlikle her gencin okuması gerektiğini düşündüğüm bir kitabını önereceğim. Bu kitap, bizi taa ilk başlara, atalarımız olan Göktürklere kadar götürüyor. Göktürk devletinin son zamanlarında aramıza aldığımız Çinliler yüzünden nasıl yıkıldığımızı ve göz göre göre devletimizi, topraklarımızı nasıl ellerine bıraktığımızı anlatıyor.

Ne kadar bu yıkımdan bahsederken utansam da şu anda da aynı şeyleri yapıyoruz. Ülke elden gidiyor ve biz susuyoruz. Çünkü biz Türkler tarihin her zamanında hep dirilen bir millet olduk. Hiçbir zaman yaralandığımızda o yarayı sarmak aklımıza gelmedi ya da buna üşendik bilemiyorum. Bizim illa yok olmamız ve ardından küllerimizden tekrar doğmamız gerekti.

Göktürk zamanında bu diriliş Atsız’ın Kürşad adını verdiği öncü liderimizle başlamıştı. Onun cesareti ve feraseti sayesinde kanımızı fark etmiş ve topraklarımızı geri kazanmıştık. Aradan yıllar geçti başkomutanımız Atatürk sayesinde tekrardan bir dirilişe geçmiştik. Peki ya şimdi? Sanırım hala ölmedik. Hala yeterli darbeyi alamadık. Dirilmemiz için ölmeyi bekliyoruz.

Ancak artık umut var mı emin değilim. Bunun nedeni ise yaşıtlarım olan gençlerin sırf rahatları bozuldu diye 15 yaşındaki Mehmetçiklerimizin kanlarından oluşan topraklarımızı terk etme isteği. Sanki başka yere gittiklerinde kimliklerini, kişiliklerini ve geçmişlerini bırakıp mükemmel ve hiçbir sorun olmayan bir hayata başlayacaklar. Unutmayın ki, ırkçılık dünyanın her yerinde var. İnsanlar taktığı tokayı bile bu denli sahipleniyorken yaşadıkları topraklarda tabi ki de çirkin bir korumaya geçecekler. O ülkelerde bir yabancı olan mutlu yaşantınız, yaşanacak en küçük bir savaş, nüfus yoğunluğu ya da gündemsel bir olaya bakar. Bugün kim olduğun önemli değil diyenler yarın sizinkiler yüzünden böyle oldu diyecekler. Bu dünyada kimse tahmin ettiğiniz kadar hümanist veya hoşgörülü değil. İstediğiniz kadar olağan sorunları şakalarla geçiştirmeye çalışın, hiçbir zaman kendi evindeki rahatlığınızı ve özgüveninizi misafirliğe gittiğiniz evde bulamayacaksınız. Acı ama gerçek, coğrafya kaderdir. Şunu da hatırlatmak isterim ki, bundan yaklaşık 100 yıl önce bir psikopatın çıkardığı savaş yüzünden asrın en önemli insanları Einstein ve Picasso bile çalışmalarını arkada bırakıp kaçmak zorunda kalmışlardır. Sadece ırkları yüzünden bugün hayran olan insanlar ertesi gün defol diye kovmuşlardır. 

Bu hatırlatmaya çalıştığım örnekler yüzünden Amerikan rüyasında yaşayan Türk gençleri her zaman okur olmak zorundadır. Okur derken apartmandan bozma üniversitelerde eğitim almaktan değil iki sayfa kitap açıp okumaktan bahsediyorum. Kimsenin de tercihlerine laf etmek istemiyorum ancak bu kitaplar watpadd kitapları değil gerçek tarih kitapları olmalıdır. Ve bizim Tarık Buğra, Turgut Özakman gibi tarihi okurken sıkmayan, bir olay çerçevesi içerisinde daha da çok meraklandıran yazarlarımız vardır.

Bu Türkçü yazarlarımızın yanında benim asıl favorim Hüseyin Nihal Atsız. Atsız’ın her bir kitabını okudum ve hepsini gözüm kapalı öneririm. Ancak iki kitabının toplamından oluşan Bozkurtlar kitabını kesinlikle okumanız gerekmektedir. 

Kitap ilk bölümünde yenilgimizle bizi büyük bir hüsrana yöneltse de ikinci bölümünde tam anlamıyla o diriliş anını, o istediğimizde her şeyi başarabileceğimizi çok güzel bir şekilde okuyucuya yansıtabiliyor.

Ek olarak Hüseyin Nihal Atsız, günümüz Amerika hayranı yaşıtlarım tarafından önyargıya uğrayan bir yazar. Hiçbiri bu yazarın tek bir kitabını dahi okumamışken okuyan birini gördükleri anda ülkücü etiketini yapıştırırlar. Bu kötü bir etiket değil ancak kendinizi bu şekilde sınırlandırmamalısınız. Bu kadar Amerikan özentisi kör insanlar olarak kalırsanız sizin de katliamları kader safsatası altında değerlendiren insanlardan hiçbir farkınız kalmaz.

Yaşadığınız ülkenin tarihini öğrenmek sizi ırkçı ya da cahil yapmaz. Sizi sadece kültürlü ve bilinçli bir insana çevirir. Farkındalık kazanıp kitaplığınızda nice Hüseyin Nihal ATSIZ yazıları görmek dileğiyle.

Atam’ın biz gençlere verdiği bir öğütle bu yazıyı sonlandırmak istiyorum: İşte bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen, Türk istiklal ve Cumhuriyetini kurtarmaktır. Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asıl kanda mevcuttur.  

{ "vars": { "account": "G-0GZNXP00R2" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } }