Peki Metin Amca, develeri ve yavrularını nasıl isimlendirirsiniz?

Tülü devenin erkeğine “Beserek”, dişisine “Maya” deriz. Yeni doğan yavruya; “Köşek”, yürüyüp yayılmaya başladıktan sonra “Dorum”, bir yaşına doğruda “Daylak” deriz.

Göç zamanı develeri arka arkaya kervan gibi dizeriz. Her aile kendi devesini çeker. Develeri ailenin en büyüğü babalarımız, baba yoksa en büyük ağabeylerimiz çeker. Vadilerde ve derelerde yörükler of, of çekerek birbirleriyle de haberleşirler. Sesi güzel olanlar bazen keyfe keder uzun havalar da okurlar.

Bakıldığı zaman çok zahmetli ve emek harcanan zor bir yolculuk yapılıyor. Bu konuda hiç şikâyetiniz yok mu, mutlu muydunuz bu göçlerde?

Göç zamanı gelince herkes te bir sevinç olur. Göçeceğiz dediğimizde çocuklar bile mutluluktan kalkıp hazırlanırlar. Kimse halinden şikayetçi değildir bilakis ortalıkta bir neşe ve huzur olur. Bizim kültürümüzde yardımlaşma ve toplu hareket etme hep ön plandadır.
 

Kimse kimseyi bırakıp gitmez. Develer hep beraber yüklenir ve yıkılır. Birisinin devesi dayanırsa (hareket edemez hale gelirse) o devenin yükünü diğer komşularımız paylaşır ve kendi devesine yükleyerek götürür. Bir keresinde Kozludere’de bizim devenin biri hastalandı, gidemedi. Yükünü komşular paylaştılar. Alanya’ya gelince o deve ciğerlerindeki bir rahatsızlıktan dolayı ölmüştü.

Konaklamayı genellikle hanların olduğu ve su kaynaklarının bulunduğu yerlerde yapardık. Yola çıkınca bazen Toroslar’da yağmur da yağardı. Hanın olmadığı yerde konaklama yapmışsak, ardıç dallarından eğmeçler (Kavis) yapıp üstüne çul veya keçe atardık. Çul veya keçe kesinlikle içeriye su almazdı.

Sürüleri nasıl kontrol ederdiniz, her akşam sayar mıydınız?

Sürüyü, davarı hiç saymazdım ama birisi kaybolursa hemen bilirdim. Sesinden meleyişinden hangi koyun veya keçi olduğunu bile bilirdim. Yoksa o kadar kalabalık sürüyü konaklama yerlerinde saymak çok zordur. Köpeklerimiz bu konularda çok mahirdir. Sürüden ayrılanı çobana hemen haberdar ederlerdi.

İnsanlık bu, dağda kalıyorsun, yürüyorsun. Yağmuru var, sıcağı var, soğuğu var, fırtınası var. Çocuğu var, yaşlısı var, hastalığı var ölümü var. Yani var oğlu var. Ecel bu, nerede ve ne zaman geleceği belli olmaz. Göç esnasında birisi öldüğünde ne yapıyorsunuz?

Yörüklerin en zor anı işte budur. Anneniz, babanız veya evladınız öldüğü zaman; hiç vakit kaybetmeden dini görevler yapılır ve vefat ettiği yere defnedilir. Yoksa yapacak bir şeyin yoktur. Hayvanlar ve sürüler senin acını ve hüznünü bilmez. Devam etmen gerekiyor. Yani hayat şartları gereği bizim acımız, elemimiz ve yasımız on dakikadır. Tek tesellimiz ise, göçerken ve dönerken kaybettiklerimizi ziyaret edip ruhlarına Fatihalar okuyabilmemiz ve yolculuk esnasında onların hatıralarını ve hikâyelerini bir birlerimize anlatabilmemizdir.

Eşekkırıldığı Yaylası’na çıktınız, orada nasıl bir hayat var, meşgaleniz var?

Bizde meşgale bitmez. Yaylaya çıkınca sürüden yavruları (kuzuları ve oğlakları) ayırırız. Yani üç tane çoban ihtiyacımız olur. Birisi davar sürüsüne, birisi koyun sürüsüne bakar. Bu iki sürünün tabiatı ayrıdır, beraber hareket etmezler. Üçüncü çoban da; yavrulara bakar. Yani yörüklük te çok insana ihtiyaç vardır. Onun için yörüğün çocuğu çoktur.

Sürüler sabahleyin erkenden ağıldan boşanır ve düz ovalara, tepelere otlamaya giderler. Öğle vakti yayla yurduna geri dönerler. Ve hummalı bir çalışma başlar. Genellikle kadınlarımız tek tek hem keçileri hem de koyunları sağarlar. Kazanlara sütler boşaltılır. Süt sağma işi bittikten sonra, sürünün emişmesi için kuzular ve oğlaklar sürüyle buluşturulur.
 

O kalabalık sürüde her yavru annesini kokusundan bulur ve kalan sütü emerler. Buluşma anındaki meleşme ve çan sesleri yaylanın neşesidir. Emişmeden sonra yavrular sürüden ayrılırlar. Sürüler öğleden sonra tekrar yayılmaya gönderilir. Ancak koyun sürüleri biraz geç yayılmaya gider. Akşam olunca davar sürüleri yurda dönerken, koyunlar gece yarısına kadar yayılırlar. Koyun sürüleri gece vaktinde serin havada yayılmayı çok severler.

Kazana konan sütler pişer, sonra yoğurt yapılır. Biriken yoğurtlar tuluklarda toplanarak yayılır ve tere yağ ve ayran elde edilir. Yağlar daha önceden hazırlanan derilere konur. Ayran tekrar kaynatılarak çökelek, lor gibi ürünler elde edilir ve onlar da deriye basılır. Bazen pişen sütlerden ihtiyaca göre peynir üretilir. Bu peynirler de derilere basılır. Yayla serin olduğundan üretilen bu ürünler asla bozulmaz. Deri onların koruyucusudur. Yedi ay boyunca, hayvanlarda sütler kesilinceye kadar her gün bu meşgaleler devam eder.

Yaylaya göçünce evin reisleri zaman kaybetmeden arı kovanları için at, eşek ve develerle tekrar Alanya’ya dönerler. Alanya’da gece vakti olunca arı kovanları develere yükletilir. Arı kovanları geceleyin taşınır. Güneş doğunca taşıma işi bitirilir. Eğer güneşle taşımaya devam edilirse sıcaktan arılar ölür. Kovanlar yere indirilir ve kapakları açılır. Tekrar akşamın olması beklenir. Akşam olunca yayılan arılar kovanına geri dönerler. Kapaklar kapatılır, tekrar develere yükletilir. Uykusu gelen kovan sahipleri geceleyin uyumamak için gözlerine ekşi nar suyu sürerler. Gözler yanınca, uykudan eser kalmaz. Bu şekilde arıları yaylaya çıkarırız. Genellikle arıları güzle dediğimiz Samsa Yaylası’na koyarız. Ara sıra yüksek yayladan arılara bakmaya gidilir.

-DEVAMI YARIN