Değerli okurlar.
Cuma günkü yazımın devamından yola çıkarak.
Kader konusunda.
“Gerçek ne? Sen ne düşünüyorsun?” diye soracak olursanız.
Kader ya da alın yazısını, ben şu şekilde yorumluyor ve anlıyorum.
Bu anlayışımın ne kadar doğru olduğunu da, inandığım ilahiyatçıların beni tam anlamıyla ikna ettikleri için.
“Doğrusu da bu” diyorum.
Tabii bana göre!
Şimdi açıklamasını yapalım.
Takvim yazar.
“Yılın şu ayında ve de şu gününde ay tutulacak.”
Şimdi soruyorum.
Takvim yazıyor diye mi ay tutuluyor?
Yoksa?
Ay tutulacağı için mi takvim yazıyor?
Tabii ki ay tutulacağı için takvim yazmıştır.
İşte.
Bizim anlayışımıza göre.
Allah bizim dünyada ne halt karıştıracağımızı bildiği için yazmıştır.
Yaşayacaklarımızı yaşamamız için değil. 
Yaşayacaklarımızı ve ne haltlar karıştıracağımızı bildiği için yazmıştır.
Bize akıl vermiş.
Önümüze bir sürü yol sunmuş.
Biz bu yollardan birisine kendimiz gidiyoruz. 
İstersek gitmeyebiliriz de.
İşte.
Yaradan bizim hangi yolu tercih edeceğimizi bildiği için, ne yapacağımızı yazmış.
Biz bile, bir insanın yaşama biçiminden başına nelerin gelebileceğini tahmin etmiyor muyuz?
“Su testisi su yolunda kırılır” derken serserilik peşinde koşan birinin başına bir felaketin geleceğinden söz etmiyor muyuz?
Kimi insanların yaşam biçimlerinden yola çıkarak, ileriye dönük bir öngörüde bulunabiliyorsak, Yaradan böyle bir öngörüde bulunamaz mı?
Ben gene de iki büyük düşünürün şu çok anlamlı sözleriyle yazıyı noktalıyorum:
“Din kitaplarını okuyup anlayan ateist, okuyup anlamayan dindar, hiç okumayıp hiç anlamayansa yobaz olur” (Nikola Tesla)
Peki, gerçek din adamları yani ilahiyatçılar neden ateist olmuyorlar derseniz. Bu konuda da bazı ilahiyatçılarla ciddi sohbetlerim oldu. En sonunda, bu bizim mesleğimiz deyip işin içinden sıyrılanlar oldu!
                    *
Einstein’e sormuşlar:
“Dünyada yaşam nasıldır?”
“Üst sınıf yaşar, orta sınıf şikâyet eder, alt sınıf ise şükreder.”
“Ya inanç durumu?”
“Üst sınıf paraya, orta sınıf lidere, alt sınıf da Tanrı’ya tapar” demiş!
Özetlersek.
Çok saçma bulduklarım hariç, inanmış gibi göründüğü dinden maddi ya da manevi beklentileri olanlar hariç.
Yaradan’dan korktuğu ya da Yaradan’ın vaat ettiklerinden bir sürü beklentileri olduğu için dine yönelmiş ve bu inancı tam anlamıyla yaşayan insanlara saygım sonsuz.
Neticede.
Herkesin bir inancı var.
Kimi ateist (Ateistlikte bir inanç biçimi)
Yani inanmamakta bir inanç.
Kimi deist. (Deistler de Allah’a inanıyorlar yani tek tanrılı din inancının bir başka anlayış tarzı.)
Kimi de, bir dine inanıyor.
Müslümanlığa göre, İslam peygamberleri derken, İsa, Musa, Davut… diye diğer peygamberleri de saydığımıza göre.
İslam, tek Yaratıcı’ya inanmak anlamına geliyor. 
Yani çok tanrılı dinlerden tek tanrılı dinlere geçiş demek.
Bildiğim kadarıyla.
Zerdüş dini de tek Tanrı’ya inanılan ilk din ve ilk ahiret mevhumu da bu dinde var.

Mesela kitaplarda imanın şartı;
Allah’ın varlığına inanmak, 
Meleklere inanmak,
Kitaplara inanmak,
Peygamberlere inanmak,
 Ahiretin varlığına inanmak,
Kadere inanmak. (hayır ve şerriyle)

İslam’ın şartları ise beş;
Kelime-i şehadet getirmek.
Namaz kılmak.
Oruç tutmak.
Zekat vermek.
Hacca gitmek.
Bana göre, burada ilginç olan iman etmekte ibadet yok. İbadet İslam’da var. Diğer dinler ve peygamberler de İslam peygamberi olarak kabul ediliyorsa o zaman burada İslam’ın şartları aslında imanın şartları olmalı. İmanın şartları da Müslümanlığın şartları olarak kabul edilmeliydi!
Şaka maka derken, tam anlamıyla bir din ulemalığına soyunmuş gibi olduk.
Lütfen, bu yazılanları, bir öğrenme arayışı içinde, burada gündeme getirip, iyi niyetli, bilgili, araştırmayı ve tartışmayı seven,  gerçekçi dostların da katkılarını almak için yazılmış sıradan bir yazı olarak kabul edin. 
Bir kusurumuz olduysa af ola.