Durakta yanı başımda duran adamı görünce.
“Vay beee” Demiş bulundum.
Bana bakıp.
-Hayrola? Dedi.
-Sizi tanımayı çok istiyordum. Birden yanımda görünce şaşırdım.
-Ne diye tanımak istiyordun ki? Deyince apışıp kaldım. Ne diyeceğimi bilemedim.
Adam epeyce yaşlıydı.
Yaşlı olması o kadar önemli değildi.
Önemli olan.
Hayatı oldukça dolu, dolu yaşamasıydı.
Bir sürü dalda at oynatmış.
Başarıdan başarıya koşmuş.
Herkesin sevgisini kazanmış.
Omuzlara bile alındığı olmuş.
Sohbeti çekilir.
Sözü dinlenir.
Biri olduğunu duymuştum.
Hemen anlatmaya başladım.
-Herkes tarafından öve öve bitirilemiyorsunuz. Bilgili, yardımsever biri olduğunuzdan bahsedilip durulduğu için, sizi merak ettiğimden böylesine komik bir tepki gösterdim. Sizi kırdımsa özür dilerim. Diyebildim.
Güldü.
-Niçin güldünüz? dediğimde.
-Ben de, benimle ilgili sizin söylediklerinizi dinleyince şaşırdım. O bahsettiğiniz yaldızlı günler geçmişte kaldı. Şimdi sizin gibi birkaç kişinin dışında beni hatırlayan bile yok. Hatta hatırlasalar bile tanımazdan gelenler var.
-Ne diye şaşırıyorsunuz ki, bunları sadece ben söylemiyorum. Ben de ondan bundan duyduklarımla, size olan saygı sevgi ve hayranlığımı ifade etmeye çalıştım. O tanımazdan gelenleri boş verin. Sizi övenlere yoğunlaşın yeter. Sizin de bildiğiniz gibi. “Marifet iltifata tabidir” Derler. Ben de, günümüzde az bulunan bu tür meziyetlere sahip birini görünce size minnettarlığımı ve hayranlığımı sunmak istemiştim.
Adam gayet sakin bir biçimde.
-Eğer tüm bu yapılması gereken sıradan şeyler marifetse ve iltifat edilmeyi gerektiriyorsa, tüm bunları kat be kat aşmış, bilgelik mertebesine gelmiş insanüstü bir performans sergilemiş insanlara ne dememiz gerekir? Dediğinde.
Ben de hemen cevabı yapıştırdım.
-Sanırım onların da heykellerini dikiyoruz.
Müstehzi bir tavırla.
-Ama kimileri, kimi insanların heykellerini dikerken, kimileri de o heykelleri yerle bir edebiliyor. Bak bir düşünür ne demiş. “İyi insan olacağınıza, öyle bir yere götürün ki dünyayı, iyilik beklenmesin.”
-Haklısınız ama bugün için hala kötüler de var.
-Kötülerin ve kötülüklerin de, neye göre kötü olduğunu sorgulamak gerekmez mi?
-Bu konuda bir fikrim yok gibi!
-Yok mu?
-Var ama yüzeysel.
-Demek ki var. Öyleyse buna yoğunlaş.
Hani bir söz vardır. “Şeyh uçmaz mürit uçurur.”
-Evet biliyorum.
-Demek ki, geçmişte beni de bazı dostlar uçurmaya çalışmış olmalı!
-Ama siz şeyh değilsiniz ki.
-Şeyh olmak şart değil. Biz millet olarak sadece şeyhleri değil birçok insanı özellikle de siyasileri uçurup duruyoruz.
Kimi yığınların bu gazıyla uçtukça uçarken, kimi de uçmamak için ayağını yerden kesmemeye çalışıyor.
-Demek ki siz ayağı yere basanlardansınız.
-Ben ne o yüksek mertebelere çıkacak bir donanıma, ne de belli bir özel özelliğe sahip biri olmadığımı bilecek kadar gerçekçiyim. Ben sıradan bir insan olarak, sadece düşünen hayvan olmaktan çıkıp, düşünen insan olmaya çalışırken Sokrat’ın “Ben dünyanın en bilgili insanıyım çünkü hiçbir şey bilmediğimi biliyorum.” Sözünü çerçeveletip, yatağımın başucuna astım. 
-Kötüler ve kötülükler konusunda ne diyorsunuz?
-Daha önce de söylediğim gibi, neye göre kötülük olduğunu sorgulayıp, doğanın doğal dengesinin de acımasızlık üzerine, yani kötülük üzerine kurgulanmış olduğunu hiç aklımızdan çıkartmamamız gerekir.
Bütün canlıların hem avcı hem av olduğunu bir düşün.
İnsanoğlu iyilik ve kötülüğü, suç ve cezayı, günah ve sevabı, cennetle cehennemi, hatta bunlar gibi birçok değeri, neden ve nasıl ürettiğini derinliğine araştırmamız gerekir gibi geliyor bana.
Velhasıl.
İnsan kendini beğenmezse çatlarmış.
Hatta.
Dünyada kendisini önemseyen tek canlı insan.
Dedikten sonra “eyvallah” deyip, karşımdan kafasını sağa sola sallaya sallaya çekip gitti.