Tarsus’ta ziyaretlerden ve iki günlük dinlenmeden sonra Tarsus Bölgesi’nden kafileye katılanlarla beraber yola revan olurlar. İkinci dinlenme yeri olarak hedef Antakya’dır. Kafileye geçtikleri her bölgeden yeni katılımlar olur. Ayrıca Antakya’da Osmanlı Padişahının Mekke, Medine ve Kâbe’ye gönderdiği değerli eşyaları ve hediyeleri taşıyan Sürre Alaylarının da olduğu İstanbul’dan yola çıkan ve kırk altıgündür yolculuk yapan İstanbul kafilesi ile de birleşmenin heyecanını yaşamaktadırlar. İstanbul Topkapı Sarayı’ndan yola çıkan kafile sırayla; Üsküdar, Gebze, İzmit, Söğüt, Konya, Adana ve Antakya’da dinlenme molası veriyorlar. Geçilen her bölgeden kafileye katılımlar oluyor. İstanbul kafilesinin Konya’dan Adana istikametine hareket etmesinin üzerinden üç gün geçmiştir. On gün sonra Antakya’da diğer bölgeden gelen hacı kafileleri ile birleşeceklerdir. Tarsus Bölgesinden çıkan Alanya’lı hacı kafilesi de on gün sonra Antakya’da olacaklardır. Kafilede sesi güzel hafızlar, mevlithanlar yolculuk boyunca Kur’an-ı Kerim, Mevlid-i Şerif, naatlar ve kasideler okuyorlar. Hacı adayları bir taraftan okunanları dinlerken bir taraftan da ilk defa yeni görecekleri şehirleri, kasabaları ve yerleşim yerlerini merak ediyorlar. Ve on günlük süre sonunda bir bakmışlar Antakya’dalar. 

Antakya, hac kervanına Anadolu’dan son katılan hacılar için şenlik yeri, çünkü sonrası sıcak topraklar; ayaklar yanarak yürünecek arazi. Ramazana üç gün var. Bir yandan mevsim sıcakları bir yandan Ramazan olunca sefer programı da gündüzden geceye dönecek. Antakya’da Anadolu’dan gelen tüm kafileler birleşiyor. Ve hepsi Osmanlı Padişahının Sürre Alaylarının başı Sürre Eminine tabi oluyorlar. Onun emri ile durup, onun emri ile hareket ediyorlar. Kervan çok kalabalık ancak Sürre Emini kafileye belli aralıklarla münâdîler (ilanediciler) yerleştirmiş. Sürre Emini hacı adaylarına duyurmak istediği bir ilan olunca, kendisi söylediği zaman kervanının arkasına doğru birbirlerini işiten münâdîler de ilan ediyor ve tüm kervan meseleden haberdar oluyor. Bu arada hacı adayları, Antakya’da Habib-i Neccar Hazretlerinin manevi huzuruna varmayı, ziyarette bulunup dualar etmeyi de ihmal etmezler.

Antakya’dan uğurlanan büyük ve kalabalık hacı kervanı on ikigün sonra Şam’a intikal ederler. Hacılar Şam Müslümanları tarafından çok güzel karşılanırlar. Şam’ın manevi havasından etkilenen oruçlu ağızlar ve duyarlı kalpler gerçekten orayı çok sevdiler. Şam,  tarihte bilinen ilk yerleşim alanı. Dımışk adının ‘dem-i şek’ten geldiği sanılıyor; “Kanın ayrıştığı yer; yani Hz. Adem’in oğulları Kabil’in yeryüzünde ilk kanı döküp Habil’i öldürdüğü yer.”  Şam hacı adaylarında iz bırakır; On binlerce insanı evlerinde konuk edinip günlerce ağırlayan Şam ahalisinin tatlı dili, mürüvvet ve insaniyeti bile unutulmaz dostlukların başlangıcı olmuştu. Emeviye Camii’nde vakit,teravih ve bayram namazları huşu içinde cemaatle kılınır. Kâbe’yi görebilme hasretiyle yanan gönüllerin ağızlarından dualar arşa yükselmektedir. Ramazan Bayramı Şam’da kutlanır. Son vedalaşmalar ve arada sırada boşalan gözyaşları… Yirmi bir gecedir kendilerini misafir eden Şam yerlileriyle helalleşme hüznü. Şam’da geçirilen sürenin ardından, sürre eminin emriyle, kutsal topraklara yolculuğa tekrar heyecanla devam edilir. Sancak-ı Şerif en önde yolculuk başlar ancak kum çöllerinde yürümek artık daha da güçtür. Şam kutsal topraklara yolculuğun neredeyse tam yarısıdır. 

Şam ile Medine arasında sürecek yolculuk tam yirmi dört menzilde tamamlanacaktır. Sürre emininin adamları deve adımıyla üç yüz elli saatlik yolculuk olduğunu söylerler. At ve katır yardımıyla bu mesafe yüz saatte alınabilirmiş ancak çöl iklimine dayanıklı develerin taşıdığı yükler dolayısıyla, yolcular onlara uymak zorundalar. Kafile, çölde ilk ve sürekli sıkıntının su olacağını daha ilk menzilde öğrenirler. Çölde su bulmak çok zor, önden giden istihkâmcılar devamlı kuyular kazıyorlar. Gece ayazı çökünceye kadar devamlı terleyen ve su tüketen insanlar, develer ve katırlar için su önemli ancak kumun hükmü altındaki arazide bazen kuyular kum fırtınası ile kapanıyor. 

Çöldeki ikinci sorun bizzat çölün kendisi ve o ancak su ile yenilecekti. Çöl, gölgeler, karanlıklar, kum tepecikleri, fırtınalar, ayazlar, sıcaklar, sürüngenler veya çöl hayvanları demekti. Nadiren de mehtap ve yıldız seyri… Alanyalı hacı kafilesi Osmanlı Padişahı hacı kafilesine katıldıktan sonra güvenlik konusun da biraz rahatlamışlardı. Çünkü kafilenin muhafız alayı (bin muhafız asker ve sakası,  sıhhiyesi, hamalı, satıcısı, kılavuzu, katırı, köpeği…) vardı. Çünkü çölde, yağmacılar, çapulcular yahut eşkıya ve silahlı dazlaklar eksik olmuyordu.