Pazar günü birçok kişinin izinli olduğu, kendine zaman ayırdığı, dışarıya çıkabildiği bir gün içinde Taksim’de patlama olduğu bilgisini aldık. Bu olay kimsenin beklemediği ve herkesi şaşırtan bir olaydı. Günlük, haftalık rutinler içerisinde patlama olmasını beklemeyiz eldette. Ancak herkesin gittiği, gitme ihtimalinin olduğu bir yerde bu patlamanın yaşanıyor olması ister istemez insanların kendini güvensiz hissetmesine neden olabilmektedir.

Yıllar önce her hafta veya arka arkaya olan günlerde ülkenin çeşitli yerlerinde benzer patlamaların yaşandığı bilgisini alıyorduk. Tıpkı şimdi Taksim olması gibi o zamanlarda da yine herkesin gittiği veya gitme ihtimalinin olduğu kalabalık yerlerde yaşanıyordu. Bir süre sonra insanlar işi olmadıkça bu merkezi yerlere gitmemeye başlamıştı. İnsanlar evlerine kapanıp kendi kendilerine erken gelen bir karantina uyguluyordu. Çünkü insanlar ölmek istemiyordu. Çünkü insanlar tesadüfen bulundukları bir yerde sebepsiz yere  yaşamlarının son bulmasını istemiyordu.

Sadece alışveriş için, sadece eğlenmek için, sadece arkadaşıyla buluşmak için, sadece evine gitmek için bir araya gelen insanların yok yere öldüklerine şahit olduk. Peki gerçekten bu insanlar yok yere mi öldü? Yoksa bazı kişilerin veya düşüncelerin kendi çıkarları uğruna politiya mı kurban edilmişlerdi? Bu bilgiye hiçbir zaman ulaşamadık. Çünkü genelde patlama sadece fiziksel bir şey değildi. Algılarımızı da etkiliyordu. Adeta ışık gören tavşanlar gibi donakalabiliyorduk. Hareket etmek veya en önemlisi düşünme eylemini gerçekleştirmek zorlayıcı olabiliyordu.

Taksim’deki patlamaya ilişkin yayın yasağı nedeniyle bilgilere biraz geç ulaşmış olsak da en sonunda gördüğümüz görüntüler ve okuduklarımıza ilişkin birbirinden farklı duyguları birarada yaşadık. Hem çok tandıık görüntüler hem de çok uzak görüntülerdi bunlar. Sürekli gördüğümüz ama asla görmek istemediğimiz görüntülere bir kez daha maruz kalıyorduk. Düşünmeden paylaşılan içerikler travmaların ve travmalara ilişkin duyguların herkese yayılmasına devam ediyordu. Böyle olunca da güven duygumuz bir kez daha yıkılmış oluyordu. Benzer duyguları tekrar tekrar yaşamak bir yerden sonra yormaya başlıyordu ve bir süre sonra tüm bu içeriklere kendimizi kapatıp yine kendi içimize dönmeye başlıyoruz.

Konuya ilişkin herkesin farklı bir açıklaması olsa da benzer durumları yaşayan toplum olarak ortak hissettiğimiz tek şey artık bitmesi ve güven içerisinde yaşayabilme isteğidir. Belki de bu nedenle ertesi gün içimizde iyi olmamamıza dair suçluluk duygusu ile hayatımıza devam etmeye çalışıyoruz. Sanki yaşıyor olmamız bir problemmiş gibi düşünüyoruz. Sonunda da hiçbir sorgulama yapmadan unutmaya çalışıyoruz. Belki de nutmak en kolayı geliyor. Belki de ihtiyacımız olan yeni bir başlangıçtır. Ne dersiniz?