İşte hikâyemiz de burada başlıyor.

Bu yıl (2022) Temmuz ayında Karabuynuzlar Köyü, İncekum Derneği’nin Giğidağı’nın eteğinde Karabuynuzlar Yaylası’nda düzenlemiş olduğu İpar Gülü Yörük ve Yayla Şenliklerine Alanya Belediyemizi temsilen katıldım. Yörük yaşantısı ve kültürüne dair oyunları izlerken Karabuynuzlar Köyü eşrafından hayırsever Yusuf Ergin’le tanışma fırsatı buldum. Kendisi bana, çocukluk çağında yaylaya nasıl göçtüklerini, sürüleri ile nerelerde mola verdiklerini anlattı. Şimdilerde ise hayvancılığı bıraktıklarını ama serde yaylacılık olduğu için yaz aylarında yaylaları ziyaret etmeden de yapamadığını ve yaylalara özlem duyduğunu söyledi. Gelesandra - Giğidağı - Susambeli hattından geçen tarihi ipek yolu ile ilgili yakın bir zaman önce yaşadığı bir kesiti de bana duygu yoğunluğu içerisinde anlattı.


 

Yusuf Ergin bir arkadaşı ile beraber Nisan 2019’da sağlık açısından çok faydalı olduğu söylenen, dağlarda organik olarak yetişen Çiriş otu toplamak maksadıyla, Gelesandra-Kuruca mevkiine giderler. 1800’lü yıllardan buyana bilindiği belirtilen bu ot, sağlık açısından faydalıdır diye toplanıp kızartılarak yeniliyormuş. Konuşmasının devamında Yusuf Ergin; “Kuruca mevkiine varınca, yol kenarında bulunan çeşmeden su dolduralım diye durduk. O mevkide yaklaşık on dönüm büyüklüğünde bir mezarlık var. Biz çocukluğumuzda, sürülerle buradan geçerken, mezarlığa saygımızdan dolayı sürülerin mezarlığa girmesine izin vermezdik. Mezarlığın kenarından sürüleri bir disiplin içerisinde geçirir, ileride bulunan Kuruca Han’ın oralarda otlatır ve göç esnasında handa birkaç gün kalırdık. Fakat biz çeşmenin oraya vardığımızda, mezarlığın içerisinde bir koyun sürüsünün yayılıyor olduğunu ve sürünün başında da bir çoban olduğunu gördük. Ben çobana hitaben –Arkadaşım mezarlığa sürüyü niye saldın? Mezarlara saygın yok mu? Senin sürünün eti de yenmez sütü de içilmez” dedim. Çoban hiçbir cevap vermeyince, Yusuf Ergin yanındaki arkadaşına; “Gel bu mezarlığın etrafına duvar yaptırıp, hayvan girmesini engelleyelim, burada yatan ruhaniyet incinmesin, rahatsız olmasın” der. Arkadaşı; “Birader, mezarlık çok büyük bizim gücümüz yetmez burayı duvarla çevirmeye” deyince, “Hayır, hayır çeviririz, ekonomik olarak gücümüz yetmezse başka dostlardan da destek alır yaparız” der.

Bir kepçeci ile pazarlık yaparlar ve Kuruca Mezarlığı civarından taş kırdırmaya başlarlar. Traktörle kırılan taşları mezarlığın çevresine taşıtırlar. 2020 yılının, yaz aylarında duvar ustaları ile anlaşarak mezarlığın etrafına hayvan giremeyecek şekilde duvar yaptırmaya başlarlar. Bu çalışma esnasında, hem ustalara erzak götürmek hem de çalışmaları kontrol etmek için Yusuf Ergin, Gelesandra yaylasına ait Kuruca Mevkiine gider. Çalışmaları kontrol eder ve yaptırdığı bu işin manevi boyutunu düşünerek içten içe bir huzur bulur. Kendi kendine, “Gelesandra’ya gidip lokantada bir çay içeyim” der. Lokantaya varır bir masa bulur ve çocukluk hatıralarını düşünerek çay içmeye başlar. Aradan beş, on dakika geçtikten sonra lokantanın önüne bir araba yaklaşır ve durur. Arabadan ikisi çocuk dört kişi iner. 85-86 yaşlarında sakallı yaşlı amca, Yusuf Ergin’e hitaben; “Selâmün aleyküm evladım” der. Selâmı alan Yusuf Bey, “Buyurun hacı amca, hoş geldiniz” der.

-“Evladım nerelisin sen?”

-“Hacı amca, Karabuynuzlar köyündenim.”

-“Evladım Karabuynuzların nereden geldiğini biliyor musun?”

-“Hacı amca, Gündoğmuş Senir’den geldiğimiz söylenir.”

-“Doğrudur evladım, ben de Senir köyündenim, sizin kökünüz de Senir’den” diyen amca bir taraftan da etrafı izler.


 

Yusuf Bey, amcanın yaylalara, dağlara ve etrafa bakışlarına bir göz atar, onun gözlerinde eskiye dair yaşanmışlıkların özlem duygusunu ve hüznünü görür.

Amcanın gözleri, sözleri bir dönem toplumun diline pelesenk olmuş “Kaçak” adlı şarkının nakarat bölümüne adeta nazire yapar gibidir;

“Bir daha bu yolları aynı hevesle yürür müyüm?
Kim bilir ne bekliyor kalır mıyım, ölür müyüm?
Ne malum dünya gözüyle bir daha görür müyüm?”
dizeleri sanki amcanın ruh halini yansıtıyor.

(DEVAMI YARIN)