Üniversitede okurken Kafkas göçmeni arkadaşlarım oldu.

Cebindeki not defterini çıkarıp, yedi kuşak önceki atalarının isimleri şakır şakır sayıyorlardı

Ben ise sadece dedemin ismini biliyordum.

Büyük dedemin ismini dahi bilmiyordum.

18 yaşına kadar hiç bu gibi şeyler bizim evde konuşulmamıştı.

Zaman içinde,  biz de hayat derdine düştük.

Gün geldi sormaya, araştırmaya başladım.

Büyük atalarımı, nerden geldiğimizi, köyümüzün tarihini okuma yazma bilmediklerinden ellerinde hiçbir yazılı belge yoktu.

Hatırlayabildikleri ve kulaktan duyma çok az şeye ulaşabildim.

İlk işime girdiğimde Amerikan kültürü almış bir patronum vardı.

Bize ilk verdiği, “söyleme yaz” isimli küçük not defterleri idi.

Bizi konuşturmazdı raporumuzu masasına bırakırdık.

“Söz uçar yazı kalır” derdi.

Askere yedek subay olarak gittim.

Odaların girişinde odanın nasıl kullanılacağına dair bir liste asılı idi.

Havalandırma, aydınlatma, yangın, sayımla ilgili bir çok şey…

İlk tepkim, “ya bu gibi basit şeyleri yazmaya ne gerek var. Bunları bilmeyecek kadar aptal mıyız?” şeklinde oldu.

 

Eğer psikoloji alanında uzman bir danışmana gidersen, size ilk söylediği “düşündüklerini yaz” der.

Onları sonra oku içindeki çelişkileri daha iyi anlarsın.

25 yıla yakın iş dünyasındayım. İş dünyasının sorunlarına kafa yordum.

Alanyaspor ve bazı sivil toplum örgütlerinde hizmet ettim.

Sivil toplumun neleri başarabileceğine şahit oldum.

Çok fazla ülkeye seyahat ettim. Faklı kültürlerle tanıştım.

İnsanları gözlemledim. Onları anlamaya çalıştım.

Onların yaşamlarını kendi değerlerimle kıyasladım.    

Bu güne kadarki gözlemlerimi değerli dostum Ahmet Tunç’un teşvikleri ile sizlerle paylaşmak istiyorum. İlk yazım yarın bu sütunlarda olacak. Ardından haftada bir gün sizlerle buluşmanın heyecanını yaşayacağım…