Günlük hayatımızda birçok insan ile iletişim kuruyoruz. Bir kafeye gittiğimizde, toplu taşıma kullandığımızda, işyerimizde, ailemizle görüşmelerimizde, arkadaşlarımızla bir araya geldiğimizde, evimizde, romantik ilişkilerimizde veya herhangi bir firmanın müşteri temsilcisiyle iletişim kuruyoruz. Herkes ile kurduğumuz iletişim aynı şekilde olmuyor. Mesela yanımızdaki arkadaşımız telefon ile konuşurken kullandığı kelimelerden kim ile konuştuğunu anlayabiliyoruz. Kim ile konuştuğumuza göre kelime seçimlerimiz farklılaşabiliyor. Peki bu farklılıklar nereden kaynaklanıyor?
Yukarıda yer alan bu soruya cevap ararken karşımıza ilk olarak sınırlarımız geliyor. Başka kişiler ile kurduğumuz iletişime yön veren ve bizim çizdiğimiz sınırlar. Bu sınırlar herkes için farklılaşabiliyor. Sınırları koyan kişiler bazen çok sert sınırlar koyabilirken bazen de oldukça geçirken sınırlar koyabiliyor. Sınırlarımız bizlere kimin ne kadar yakınlaşabileceğini ve onlarla kurduğumuz bağların samimiyetine göre değişkenlik gösteriyor. En yakınımız diye nitelendirdiğimiz kişilere koyduğumuz sınırlar ile daha yeni tanıştığımız kişilere aynı şekilde duvar örmüyoruz elbette. Yeni tanışmadığımız bir kişi bile olsa, örneğin işyerimizden bir arkadaşımız dahi olsa ona karşı koyduğumuz sınır da farklı olabiliyor.
Hayat bu açıdan bakıldığında bir nevi oyun gibi görünüyor. Herkesin belirli rollerin olduğu ve kimin bize daha yakın olacağını belirlediğimiz bir oyun. Aynı şekilde kime daha yakın olacağımızı seçtiğimiz bir oyun. Böyle bakıldığında fazlasıyla çıkar ilişkisi gibi dursa da sınırlarımıza ihtiyacımız var. Örneğin romantik ilişkilerimizi ele alalım. Gerçekten karşımızdaki kişiye güvenmeden, onun bizim için doğru bir partner olacağına inanmadan tüm sınırlarımızı kaldırdığımızı düşünelim. Tüm kapılarımızı açmış, duvarlar ortadan kalkmış ve aslında kendimizi olduğumuz gibi karşımızdaki kişiye sunmaya başlarız. Bu her ne kadar ilişkilerde beklenilen ve önerilen bir yöntem olsa da karşımızdaki kişiyi tanımadan yapılan bu sınırların kaldırılması hüsran ile sonuçlanabilmektedir. Aynı şekilde iş ilişkilerimizde herkes ile kuracağımız samimi ilişkiler, başka kişiler tarafından hoş karşılanmayabilir. Bu durumlarda daha çok rol yapmaya ve kendimiz gibi olmamaya başlarız. Sınırların ötesinde insanlara karşı bir duvar örmeye başlarız. Hatta öyle bir duvar öreriz ki en sonunda kendimiz bile gerçekte nasıl bir insan olduğumuzu unuturuz. 
Tüm bu durumlar göz önüne alındığında sınırların gerekli olduğunu söylemek elbette mümkündür. Ancak her şeyde olduğu gibi dozunda olması daha önemli bir detaydır. Yanlış kişilere karşı kurduğumuz yanlış düzeyde sınırlar bizleri mutsuz edebilir. Sınırlar gerekli diye herkese sınır çizmek veya hiçbir sınır belirlememek de aynı şekilde bizleri mutsuz edebilir. Çevremize sınırlar belirlemeden önce kendimizi tanımamız ve ne istediğimizi bilmemiz daha önemlidir. Her ne kadar kendi sınırlarımızı keşfetmek, başkalarına sınır koymaktan daha zor olsa da sağlıklı ilişkiler ve anlamlı iletişim kurmak açısından vazgeçilmezdir.