Aynaya bakıyorum. Kendimi inceliyorum. Aklımdan düşünceler geçip gidiyor. Çok beğendiğim dizideki o kadına benziyor muyum acaba diye düşünüyorum. Belki biraz spor yapsam, onun gibi giyinsem ona benzer miyim gerçekten? Ona benzediğimde kendimi yok mu sayacağım? Ama o kadın herkese kafa tutmuştu. Yapamazsın diyen onca ataerkil düzene karşı koymuş ve erkeklerin olduğu bir toplantı odasında takım elbisesiyle ben de varım demişti. Bir kadının var olabilmesi için erkek gibi giyinmesi veya duygularını göstermemesi mi gerekiyordu?
Geçen hafta ‘’Saç Örgüsü’’ adlı kitabı okudum. Farklı ülkelerde yaşayan üç kadının var olma hikayesini anlatıyordu. Hepsi içinde bulundukları toplumsal düzene başkaldırmış ve erkeklerin olduğu dünyada erkek gibi olarak var olmaya çalışmışlardı. Çünkü kadın olmanın getirdiği dayatmalar ve toplumsal yargılar içerisinde asla kendi istedikleri gibi özgür bir hayatları olamıyordu. Peki sadece kadın olduğu için, bir başka cinsiyete atfedilen özelliklere sahip olmak için mücadele etmeden yine de özgür olan bir kadın var mıydı gerçekten? Yoksa ataerkil düzende, özgürlüğe giden ve kadın olarak var olabilmenin tek yolu sistemin düzenine ayak uydurmaktan mı geçiyordu? Başka bir yol da kadınların kendi düzenini kurduğu bir toplum mu yaratmaktı? 
Tüm bunları düşünürken aklıma daha önceleri televizyonda izlediğim diziler geliyor. Hepsi erkek egemen bir medya sektöründen çıkan ve belirli senaryoların tekrar ettiği konuları işliyordu. Televizyonda seçenekler çok fazlayken bazen oturup izleyebileceğim veya bilgi edinebileceğim bir içerik bulmakta zorlanıyordum. Yüzlerce kanal varken neden hep aynı şeyleri izlemek zorunda kaldığımızı anlamakta zorlanıyorum. İstediğim kanalı veya programı izlemek benim elimdeyken seçim yapamıyor olmak huzursuzluk yaratıyor. Çünkü kanal isimleri değişiyor ancak içerikler değişmiyordu. Çocukluğumda ailemle birlikte televizyon izlerken, herkesin farklı kanallarda takip ettiği programlar için tartıştığımızı hatırlıyorum. Şimdiyse sen istediğini izle ben zaten izlemek istersem bilgisayardan sonra izlerim diyebiliyoruz.
Televizyonda veya internette yer alan haberleri, dizileri, programları veya filmleri bizler izlerken acaba bunları üreten kişiler benim düşüncelerimi önemsiyor muydu? Ne istediğimi biliyor muydu? Görmek istediğim senaryoları mı izliyordum yoksa inandırılmak istediğim senaryolara mı maruz kalıyordum? İnsanlar arası ilişkileri, evliliklerin, çocukları, aşkları, iş hayatını veya yaşamak istediğim hayatın hayalini onlar mı belirliyordu? Kendimi sınırlı bir menüden yemek seçmeye alışıyor gibi hissediyorum. Bana uygun olan bir yemeği bulmaya çalışırken sadece menüye bağlı kalabiliyordum. Ancak o menüde ekonominin, çalışanların, patronun, popüler yemeklerin, yemeği pişiren aşçının, kültürel yemek zevklerinin etkisini düşünmüyordum. Bunları düşünmeyince de seçtiğim yemeği yerken kendimi mutlu ve özgür hissediyordum. 
Şimdi tekrar aynaya bakıyorum. Aklımdan geçen düşüncelerden sonra olduğum gibi veya kendim olarak yaşamda var olabilmek için kendimi yok etmem gerekiyordu. Yıllardır inandığım bilgilerin ve beni ben yapan detayların kocaman bir toplum senaryosu oluşturma çerçevesinde inşa edildiğini fark ettikten sonra eskisi gibi olamayacağımı görüyorum. Başka türlü bir hayalin mümkün olamayacağına inandırıldıktan sonra bir kadın olarak nasıl kendim olabilirim? Bir cevap bulmak kolay olmayacaktır ama her şey bir soru sormakla başlayacaktır. Sonrası bitmek bilmeyen su dalgasına dönüşecek.