Siyaset sahnesinde. 
Yıllar boyu.
Parti içi mücadelelere şahit oluyoruz.
Bazen.
Liderlik yarışı olarak.
Bazen de. 
İktidar kavgasına dönüşen bu mücadeleler.
“Parti içi demokrasi” denilerek, normal bir şeymiş gibi bize yutturulmaya çalışılıyor.
Parti içi iktidar yarışı ya da kavgası dendiğinde.
Bu parti. 
Fiilen olmasa da.
İki ayrı partiye dönüşmüş demektir.
Tıpkı.
Türkiye ile Azerbaycan ilişkilerine benzer.
“Tek millet iki devlet” hikayesi gibi!
Hikaye diyorum. 
Neden mi?
İki ayrı devlete sahip olmuş bir toplum, ne kadar duygusal bağlara sahip olurlarsa olsunlar, en küçük bir çıkar çelişkisinde, birbirlerine düşman bile olabilirler.
Kardeş kardeşle çelişmiyor mu?
Kıbrıs halkından bizi sevmeyen, hatta istemeyen yok mu?
Bal gibi var.
Eğer yanılmıyorsam.
Epeyce bir süre önce, Ermenistan’la aramızdaki buzlar erisin diye, bir kapı açmaya kalktığımızda, İlham Aliyev bizi petrol ve doğal gazla tehdit etmişti gibi geliyor bana!
İlham Aliyev’den önce babası Haydar Aliyev, Ebulfez Elçibey ile iktidar kavgası verirken sanırım biz Elçibey yanlısıydık!
Ne ise!
Kaldı ki.
Bırakın aynı ülkenin iki ilinin insanını, aynı ilin iki ilçe insanı bile birbirini sevmeyebiliyor!
Biz millet olarak, özde gerçekçi, sözde duygusal davranışlar ve yaklaşımlar içinde bulunabiliyoruz!
Din kardeşliği sevdamız bakın ne durumlara düştü.
Arapların çoğu Ermenileri destekliyor.
Bundan çok seneler önce İlim Yayma Cemiyeti’nin çıkarttığı “Kafkas” dergisinin bir sayısında.
Şöyle bir yazıyı okuyunca şaşırıp kalmıştım.
Yazı hatırımda kaldığıyla mealen şöyleydi:
“Tarih boyunca Anadolu Türkleri bizi sevmiş, bize sahip çıkmıştır. Onlar bizi o kadar çok severler ki, bizi kendilerinden üstün görüp, tarihi kahramanlarımızı bile sahiplenirler. (Şeyh Şamil’den söz ediyorlar)  
Her ne ise.
Biz gene asıl konumuza dönelim. 
Gerçekte parti demokrasisi diye bir şey tabii ki var.
Ama biz hangi alanda demokrasiyi doğru dürüst hayata geçiriyoruz ki, parti içi mücadelelerde hayata geçirebilelim?
Seksen yıllık ömrümde, bu anlamda ne rezil tezgahlara, koltuk hırsına kapılmış beyinlerin yıllar boyu süren mücadelelerine ve de partilerin bölük börçük edilmelerine şahit oldum.
Güncel mücadelelere gelince.
İYİ Parti üzerinde oynanmadık oyun kalmadı gibi bir şey!
Ümit Özdağ, AK Parti sözcüsünün dediği gibi, kendini pazarlamaya çalışıyor olabilir ama normal bir partilinin partili bir il başkanını bu kadar ağır bir şekilde itham etmesi çok anlamlı!
Bu nedenle.
Özdağ’ın yaptığı kesinlikle parti içi mücadele olmadığı gibi, liderlik kavgası da değil. 
Özdağ, 27 Mayıs darbecilerinden Muzaffer Özdağ’ın oğlu.
Babası, rahmetli Türkeş ile MHP hareketinin içinde olmuş.
Oğlu Ümit Özdağ da MHP’de siyasete başladı.
2006 yılında MHP’nin 8. Olağan Kongresi’nde Bahçeli’ye karşı aday olmaya kalkınca partiden ihraç edildi.
Sonra mahkeme kararıyla partiye geri döndü.
Bu sefer de 2016 yılında yeniden Bahçeli’ye karşı aday olmaya kalkınca gene ihraç edildi.
Belki de darbecilik. 
Babadan oğula genetik olarak geçmiş olabilir!
Bu yazdıklarımın çoğunu bilmediğim gibi, hatırlamıyorum bile!
Hepsini (İcat eden nurlar içinde yatsın) bilgisayardan öğrendim.
Sayın Özdağ ile ilgili, benim öğrenebildiklerimin kısaca özeti bu.
Böyle bir kaosun, sayın Meral Akşener’in yeni yeşertmeye çalıştığı İYİ Parti’de çıkması demiyorum, çıkartılması büyük bir şanssızlıkta değil. Büyük bir komplo olabilir! 
CHP’deki sayın Muharrem İnce konusuna gelince.
CHP’de bu tür hizipçilik, geçmişte de vardı. Bundan sonra da sürekli olacak gibi gözüküyor. 
Bana göre sayın Muharrem İnce parti kuramaz.
Onun yaptığı aba altından sopa göstererek bir kere daha Cumhurbaşkanı adayı olmak.
Parti kurmaya kalkarsa, hem kendisine hem de CHP’ye ihanet etmiş olur.
Yani her partide öne çıkmaya çalışan, liderliğe oynayan, hatta parti içinde gerilerde kalmış, adından sanından söz edilmeyen silik kişileri bir araya getirip, parti içi iktidar kavgasına soyunan uyanıklar bile çıkabiliyor!
Fazla lafa ne gerek var.
İşte bizim demokrasi anlayışımız bu.