Hiç araba görmemiş birisine arabayı nasıl anlatırsınız? Şimdiki zamanlarda direkt fotoğrafı göstermeye çalışabiliriz. Ancak fotoğrafını görmek arabanın ne olduğunu anlatmamıza yetmeyecektir. Belki at arabasına benzetebiliriz, belki kızağa benzetebiliriz, belki de taş devrini anlatan çizgi filmlerdeki gibi içerikler göstermeye çalışırız. Hangi yolu seçersek seçelim karşımızdaki kişiye hiç görmediği bir şeyi anlatırken, onun hayatında yer alan durumları örnek göstererek anlatmaya çalışırız. Bundandır ki arabayı at arabasına benzetebilir, at veya eşek gibi hayvanlar üzerinden tanım yapabiliriz.

Tıpkı hiç görmediğimiz bir eşyayı anlatırken kullandığımız bu yöntemi neden başka alanlarda kullanamıyoruz? Örneğin bir başka kültürü, ülkeyi veya dini inanışı anlatırken neden bizlerden farklı olan noktalarına odaklanıyoruz ki? Onlar yemeği böyle yer, orucu bizden farklı, adetleri bize hiç uymuyor veya gelenekleri bize ters gibi cümleler kurabiliyoruz. Her nedense başka ülkelere, topluluklara veya kültürlere dair hep bizden farklı noktalarına odaklanıyoruz. Gerçekten bizim var olabilmemiz veya bizim ‘’biz’’ olabilmemiz için illa bize tezat olan veya bizden farklı olan bir ötekinin var olması mı gerekiyor?

Yukarıdaki durumları düşündüğümde Jabaghi Baj’ın Çerkesler kitabında okuduğum bir bölüm aklıma geliyor. Kitabın bir bölümünde, Çerkes kültüründe yer alan Yürüme Çöreği ismini verdikleri bir gelenekten bahsediyor. Bu gelenekte çocuk yürümeye başlayınca çocuk için büyük bir çörek yapılır ve çöreğin üstüne kalem, kitap, makas, yüzük gibi eşyaların yerleştirilirmiş. Bundan sonra çocuk bu nesnelerden hangisini seçerse ilerde bu mesleği yapacağına dair inanışları varmış. Bu ritüel aklıma kendi çocukluğumda uygulanan başka bir geleneği getirdi. Benim çocukluğumda da bebekler yürümeye başladıkları anda bütün mahalle bebek evinde toplanır, bebeğin etrafına makas, kaşık, cetvel, kalem, kitap gibi nesneler konulurdu. Bebek bu nesnelerden hangisini seçerse ilerde bu konuya dair bir mesleği olacağına inanılırdı.

Benim bildiğim kadarıyla ailem Çerkes değil. Ancak bu örnekte görülüyor ki ortak yönlerimiz var. Kültürel olarak başka hangi konularda hangi toplumlarla ortak yönlerimiz var bilemiyorum. Ancak bu örnek ile karşılaşmak bana başka kültürlere dair olumsuz veya bizden farklı olan noktalarına odaklanmamam gerektiğini hatırlattı. Elbette farklılıklara odaklanmak daha kolaydı. Hatta en kolay yol buydu. Ancak bu yol beraberinde önyargıları, olumsuz eşleşmeleri beraberinde getiriyor.

Hiç görmediğimiz veya hiç tanışmadığımız insanlarla ilk iletişim deneyimimizde bu önyargılar nedeniyle zaman zaman yarıda kalan veya hiç başlamayan iletişimler söz konusu olabiliyor. Kültür dediğimiz şey elbette çeşitlilikleri içerisinde barındırır. Her topluluk veya kültür benzer olmak zorunda değildir. Ancak tamamen birbirinden de farklı değildir. İşte bu benzer noktalar iletişim ile kültür alışverişi ile mümkün olabilmektedir. Nasıl ki bir domates tarlasında bütün domatesler birbirinden farklı ancak özünde birer domates oluyorsa insanlar da böyledir. Hepimizin birbirimizden farklı olduğu noktalar elbette olacaktır. Ancak temelde hepimiz insanız. Belki de buna odaklanmak bizim için en kıymetli nokta olacaktır. Gökkuşağı da tek tiptir ancak tek bir renk barındırmaz. Ne dersiniz, böyle bakınca kültürel farklılıklar daha anlamlı geliyor mu size de?