Sınıfımızda Kenan Nergiz sınıf başkanımızdı. İki de kuzeni vardı sınıfımızda. Rıza Nergiz ve Haluk Nergiz.  Şükrü Öz ve İsmail Öz de amca çocukları idi. Aynur Yumak ve Yavuz Boztepe voleybolcu, Sedat Konurca, Şahap Erbil ve Yusuf Koç basketbolcu, naçizhane ben, Şahap Erbil, İsmail Öz ve Rıza Nergiz futbola meyilli idik. Yusuf neredeyse 2 metreye yakın boyu ile iyi bir basketbolcu idi. Sedat da öyle. Sedat aynı zamanda iyi bir bilardocu idi. 3 topta ıstakayı eline aldı mıydı bırakmasını bilmezdi. Çok teknik bir bilardocu idi. Allah vergisi işte. Aynı zamanda iyi bir briç oyuncusu idi. Yıllar sonra Yeniyüzyıl Gazetesi’nde Şiar Yalçın bir problem sormuştu. Ben de çözenler arasındaydım. Yalnız küçük bir hata yapmıştım. Rahmetli Şiar Yalçın ismimden bahsederek, “Ama önce ası çekmelisin” diye bir not da düşmüştü. Bu yazıdan bir gün sonra telefon çaldı. Lise biteli aradan yıllar geçmişti. Telefondaki ses, “Ası niye çekmedin?” diye sordu. Arayan Sedat Konurca idi. O İstanbul’da, ben Alanya’da avukatlık mesleğini icra ediyorduk.

Meğer İstanbul’da briç kulübünün üyesiymiş. Neyse dönelim gene lisedeki yıllara. Eee çift dikiş olunca lise biri sorunsuz geçtik. Lise ikide ise sanırım sınıfın en tembeli bendim. Fen ve matematik derslerini derste öğrenerek idare ediyordum işte. Tarih, coğrafya, edebiyat özellikle divan edebiyatı hiç hoşlanmadığım derslerdi.  Bunlara çalışmak benim için bir zulümdü.
 
Sene sonu geldiğinde 8 dersten zayıfım vardı. Ama o sene bir sınav yönetmeliği değişti. Haziran ayında başarısız olan derslerden bir ay kurs ve kurs bitiminde sınav hakkı verdiler. Yine de başarılı olamazsak eylülde yine sınav vardı. Yani bütünleme sınavı. Berbere gittim saçımı usturaya vurdurdum. 1 ay eve kapandım. Sadece kursa gidiyor ve evde ders çalışıyor, bahçede odunluğun kapısına sıkılınca şut çalışması yapıyordum. Evden dışarı çıkmıyordum.

Kurs bitti, sınavlara girdim. 8 dersin yedisini vermiştim. Ama coğrafyadan başarılı olamamıştım. Bütün dersleri neredeyse vermiş olmam öğretmenler kurulunu da şaşırtmış olmalı ki kurul kararı ile coğrafyadan da geçirdiler. Yani ikmale kalmamıştım. 
Başta babam ve annem olmak üzere çevremdeki herkes şaşırmıştı. Demek ki konsantre olarak çalışınca insan başarılı olabiliyormuş. Sınıf arkadaşlarımı hemen hemen anlatmaya çalıştım, bitirdikleri okulları da. Diğerlerini de sırası geldikçe anlatmaya çalışacağım. Aralarında sıra arkadaşlarım da var elbette. “Çankırı’da sosyal demokratlar niye artık oy alamıyor” diye soranlara işte bu sınıf arkadaşlarım en güzel yanıtı veriyor. Her birisi yüksek okul bitirmişti. Bir tek İsmail Saka hariç. O lise bitince okumamaya karar vermişti. Ailesi zengin ve demir tüccarı idi. TIR’ları vardı. Karabük’ten Avrupa’ya, Ortadoğu’ya TIR’larla demir çelik naklediyorlardı. Onun haricinde herkes bir yüksek okul bitirdi. İşte bu sınıfın yüzde doksanı artık Çankırı’da yaşamıyor. Yani bir çeşit beyin göçü. Feodal yapıya sahip, zengin ve toprak sahibi ailelerin okuyan çocukları iş bulabilirlerse  Çankırı’da kalıyor ya da baba mesleğini devam ettiriyor. Diğerleri iş imkanları olan yerlerde iş buluyorlardı. Köyler boşalmış şehir merkezine. Şehir boşalmış büyük şehirlere. Tarif edilmez bir göç yaşanmıştı bu şehirde. Tabi baskıların da rolü vardı. Tek tip insan yaratma peşinde olan baskıcı siyaset anlayışı da göçün ivmesini hızlandırmıştı.
(devamı haftaya )