Bu hafta biraz günlük hayatımıza bakalım. Her seçimimiz bazı düşüncelerin ön kabulünü de beraberinde getiriyor. En basitinden hangi gazeteyi aldığımızı, hangi takımı tuttuğumuzu veya hangi televizyon kanalını izlediğimizi düşünelim. 
Tüm bunlar bizlerin yaşama bakışımızı ya da çevreyi algılamamızı etkiliyor. Bizim kim olduğumuzu söyleyen, bize dair bir şeyler ortaya koyan ayrıntılar. 
Peki başka bir şey daha düşünelim. Daha basit bir şey olsun. Nereden alışveriş yapıyoruz? Hangi marka kıyafetleri alıyoruz ya da marka giyinmeyi red mi ediyoruz? Telefonunuz hangi marka? Evinizde nasıl eşyalar var? Geleneksel mi yoksa modern eşyalar mı kullanıyorsunuz? 
Her soruya verdiğimiz yanıt ile yaşam şeklimizin sınırları biraz daha belli oluyor. Hepimiz bir kulvara çekiliyoruz gibi. 
Son dönemin ve belki de önümüzdeki iki ay boyunca devam edecek ‘'Kime oy vereceksiniz?’’ sorusunu düşünelim. Kime veya hangi partiye oy vereceğimiz bilgisi üzerinden yine bize dair bir çerçeve oluşturuluyor.
Bu çerçeveler ile sınırlandırılırken tarafsız olduğumuzu ne kadar söyleyebiliriz? Bizim öteki diye tanımladığımız veya tam karşımızdaki düşünce olarak gördüğümüz insanlarla temasımız olmadığı sürece kendi çerçevemizden başkalarını değerlendireceğiz.
Ülkemizde tarafsız olmak sanıldığının aksine oldukça zor. Çünkü hep uçlarda olan düşüncelerden birini seçmeye zorlanıyoruz. Bir taraf bize yakın gelince o tarafa yöneliyoruz. Uç fikirler olduğu sürece orta noktayı bulmak güçleşiyor. Tarafsız olmak genellikle muhalif olmakla bir görülüyor. İşte tam bu durum mücadeleyi gerektiriyor. Hiç bitmeyen bir mücadele. Ilımlı noktayı bulabilmek.
Televizyon kanallarını düşünelim. Tüm kanallar ya eğlence ya iktidar ya da muhalefet odaklı içerikler sunuyor. Tüm bunların dışında orta noktayı sunan, popüler ve herkes tarafından bilinen bir kanal bulmak oldukça zor. Hal böyleyken herkese hitap eden bu popüler kanallar ister istemez belirli kitleler oluşturuyor. Nerede doğduğumuz ile başlayan çerçeve hikayesi bu sefer hangi konuya hangi kaynaktan ulaştığımızla devam ediyor.
Üçüncü bir seçeneğin olmadığı durumlarda insanlar bir düşüncenin ya yanında ya da tam karşısında konumlanıyor. Ya seversin ya da sevmezsin gibi bir mesele. Oysa gerçek hayat böyle değil. Sevdiğimiz bir nesne, kişi veya canlıda sevmediğimiz ayrıntılar olabilir. Ama yine de sevmeye devam ederiz. İşte yaşam biraz böyle değil midir? Sadece siyah ve beyaz yoktur. Gri alanlar da vardır. 
Peki, şimdi yeniden düşünelim. Ne kadar tarafsızsınız acaba? Ne dersiniz, yoksa hala aynı fikirde misiniz?