Mars gezegenine giden araç dünyaya ilk görüntü ve videoyu gönderdi. Aracın Mars’a inme anını milyonlarca insan canlı olarak internet üzerinden izledi. Araç gezegene indiğinde bu süreci takip eden herkes mutluluktan havalara uçtu. Herkes birbirini tebrik etti. Sarıldılar ve bir anlığına tüm dünyadaki problemler unutuldu. Herkes bu an’a odaklandı. Sonrasında sosyal medyalarda veya televizyon kanallarında günlerce marsta gelen görüntüler gündemin başlığını oluşturdu. Gezegene inen aracın gönderdiği videodaki sesin muhteşemliği konuşuldu. Bu ses sadece boşluğun sesiydi. Daha doğrusu sessizliğin sesiydi. Koskoca bir hiçliğin ortasında çıkan bir sesti. Yeni bir yaşam için elverişli olup olmaması bir yana bu ses bile mutlu olmamızı sağladı.
Milyarlarca öteden gelen bu ses içimizde umut yeşermesine yardımcı oldu. Acaba dedik kendi kendimize gerçekten de sessizlik böyle bir şey mi veya hiçlik böyle bir şey mi? O kadar uzak kalmışız ki sessizlikten veya o kadar alışmışız ki gürültüye diğer bir seçeneği hiç düşünmemişiz. Mesela yolda hep müzik dinlemişiz, ders çalışırken kulaklıklarımıza gömülmüşüz, evde yalnızken ses olsun diye televizyonu açmışız. Bunların hiçbirini yapmadıysak da şehirde yaşarken evimizin dışındaki gürültüler ses olmuş bize. Kendi iç sesimizi hep kısmışız.
Kendi içimizdeki sesi bu kadar kısarken hep dışarıdaki seslere odaklandık. Böylece problemlerimizi tozlu raflara kaldırdık veya kendimizi ikinci plana atmış olduk. Kendi içimizdeki sesi ya da şöyle söyleyeyim kendi içimizdeki çocuğun sesini duymaktan uzaklaşırken, bizden milyarlarca kilometre uzaklıktaki sessizliğin sesi nasıl cazip gelebiliyordu? Kendimizden uzaklaşmak ve bir anlığına hiçliğin ortasında kalmak sıfırdan bir şeylere başlama hissi mi yaratıyordu? Yoksa dünya düzeni dönüşü olmayan ve düzeltilemeyen bir noktaya geldiği için yeni bir gezegende yeni bir yaşam mı kurulmak isteniyordu? 
Yeni bir yaşam kurulduğu takdirde dünyadan izole bir hayat olur mu dersiniz? Sonuçta oraya yerleşecek ve yeni yaşam kolonisi oluşturacak kişiler içinde yaşadığımız dünyadan gitmeyecek mi? Şikayet ettiğimiz her noktaya bizleri getiren hepimizin bireysel olarak yaptığı seçimler değil miydi? Eğer aynı seçimlerle yine aynı sonuçları elde edersek, milyarlarca yıl sonra yeni bir yaşam kurmak adına Mars’tan bu sefer hangi gezegene gitmek isteyeceğiz? 
Belki de mesele yeni bir yaşamı, düzeni, hayatı, seçimleri bu kadar uzakta aramamaktaydı. Çünkü her noktanın daha da uzağı vardır ve olacaktır. Tüm bunları düşününce içimizdeki sesi hep dışarıda, başkalarında, diğer şehirlerde, bambaşka ülkelerde veya gezegenlerde aramak kolay bir seçenek gibi duruyor. Ancak bitmeyecek bir koşturmayı içinde barındırıyor. 
Yeni bir gezegende başlangıç yapmaya biraz zaman varken kendi içimizdeki uçsuz bir evreni görmezden gelmeyelim. Çünkü kendi içimizdeki çocukluğumuzun bize anlatacağı çok şey var. Kim bilir belki de bizi, bize yeniden anlatır. Hiç bilmediğimiz yönlerimizi fark ederiz. Böylece de başka gezegenlerdeki sesleri sessizliğin sesi, hiçliğin sesi diye adlandırmak yerine yepyeni keşiflerin heyecanına çevirebiliriz.