Liyakat: Bir kişinin kendisine iş verilirken, o iş için yeterli olma durumu, kısaca işin ehline verilmesi.

Müslümanlar Mekke'yi fethettikleri (M.630) zaman Hz. Muhammed etrafındakilerle beraber doğruca Kabe’ye yönelir. Yanında bulunan Hz Ali'ye Kabe'nin anahtarlarını almasını söyler. Kabe’nin hizmetlisi (temizlik, su vs. ihtiyaçlarını karşılayan) Osman bin Talha önce anahtarları vermek istemez. Osman daha Müslüman olmamış, üstelik Uhud Savaşı’na katılıp Müslümanlara karşı kılıç sallamış gayrimüslim birisi. Uzatmayalım Hz Ali, zorla da olsa Kabe'nin anahtarlarını Osman'dan alır.

Kabe'nin kapısı açılır. Hz Muhammed, Kabe'de bulunan putları (300’ü geçkin) hepsini yok eder. Çıkışta amcası Abbas, Kabe'nin anahtarlarının kendisine verilmesini ister. Hz Muhammed kendisinden birkaç yaş büyük olmasına rağmen amcasını çok severdi. Amcam benim için "Baba yarısı" derdi. Abbas'a Kabe'nin anahtarlarının teslim edileceği sırada, "Allah size emanetleri ehline vermenizi emreder" (Nisa Suresi 58. Ayet-i Kerime nüzul (indi) etti.

Hz Muhammed'in tek seçeneği kalmıştı. Kabe'nin anahtarlarını tekrar Osman'a vermek. Nitekim öyle yaptı. Anahtarları alan Osman, Peygamberimizin bu adaletli davranışı karşısında İslam'ı seçerek Müslüman oldu.

Allah, "Emanetin ehline verilmesini" emrederken, sırf birilerinin eşi, dostu, tanıdığı, amcaoğlu, halaoğlu ayaklarının yanında bir de “partilimizdir” diyerek, liyakat sahibi olmayan kişilere görev ve yetki verildiği zaman, bunların başarısız olmaları kaçınılmazdır. Liyakatin olmaması toplumda iktidara karşı bir de güvensizlik duygusunun oluşmasına yol açar. Sonuç, ülkede kaos kaçınılmaz hale gelir.
Liyakat gözetildiğinde, Pehlivan banka yönetim kurulunda olmaz. Veteriner bir üniversite hastanesine başhekim yardımcısı olarak atanmaz. Hukuk fakültelerine atanan dekanların, hukukçu olmalarına dikkat edilir.

Üniversiteler toplumun göz bebeğidir. Üniversiteler özerk olmalı ki her şey tartışılabilsin. Tarihe baktığımız zaman, insanlığın gelişimine en büyük katkıyı sunan akademik çevrelerde yapılan tartışmalar olmuştur.

Ülkenin geleceğinin şekillenmesine çok büyük katkılar sunan üniversitelerimizin yöneticilerinin liyakata göre değil de, yıllardır (12 Eylül 1980’den bu yana) siyasi iktidarların çıkarları doğrultusunda belirlenmesine bir anlam veremiyorum. İktidara sahip olanlar aydınlıktan, insanımızın aydınlanmasından mı korkuyorlar acaba?
Ne zaman kurtulacağız Orta Çağ’ın karanlık kafalarından? Biz ne zaman gireceğiz "Dünyanın En İyi Üniversiteleri Sıralamasında" ilk 100'e ACABA???