Geçen yıl 13 Kasım Cuma günü korona virüs nedeniyle vefat eden Demirtaş eski belde belediye başkanı ve Alanya Belediyesi’nin eski CHP’li Meclis Üyesi Mustafa Aras anısına kitap çıktı. “Bir Hümanist Başkan: Mustafa Aras” adındaki kitap eğitimci olan Mustafa Aras’ın 1976 yılında Beldibi Köyü İlkokulu’nda birlikte görev yaptığı eğitimci Hasan Göztepe tarafından kaleme alındı. Kitap AKM’de devam eden 3. Alanya Kitap Günleri’nde okuyucularını bekliyor. Standı eşi emekli eğitimci Neriman Aras da CHP’li gençlerle birlikte ziyaret etti. Kitap ayrıca ÇYDD, ADD ve DEMKOD Şubelerinden bağış karşılığı temin edilebiliyor. 
EŞİ NERİMAN ARAS’TAN DUYGUSAL SUNUŞ
Sivaslı meslektaşı Hasan Göztepe, görev yaptığı okula gelen Mustafa Aras ile tanışmasını, ailesi ve Demirtaş’taki yakınları ile geçirdikleri zamanları ve anılarını kaleme aldığı kitabın arka kapağında Mustafa Aras’ın eşi Neriman Aras’ın şu sözleri yer alıyor: 
5 Nisan 2021. Bugün seni rüyamda gördüm. İkimiz masa başında bir şeyleri not alıyorduk. Birden irkildim. ‘Ama sen ölmüştün!’ dedim. Öldüğüne sen de ağladın. Gözlerinden dolu gibi yaşlar döküldü. Uyandım. ‘Rüyaymış’ dedim, ben de ağladım. Hâlâ ağlıyorum sana. ‘Sen önce, ben sonra ölürsem’ diye konuştuğumuzda işte böyle gözlerinden yaşlar süzülmüştü. Karşılıklı ağlamıştık. Sen uyuyarak dünyayı değiştirdin, ağlamak yine bana kaldı…”  

İŞTE KİTAPTAN BİR BÖLÜM…
 “İnsan kendisini yalnızca insanda tanır ve insanın acısını insan alır. İnsanın hayatı yaşadığı kadardır. Ötesi anılarda bir iz, ya da hayallerde bir umuttur ve iyi insanlar asıl bu dünyadan ayrılınca değil unutulunca ölürler. “
1976 yılı Eylül ayı idi, Beldibi Köyü İlkokulu’nda dördüncü yılımı çalışıyordum. Tek öğretmendim. Koç Davut Dağı’nın arkasındaki Pazarcı Alanı veya Kaş dedikleri yayladaydık. Kıraç bir düzlüktü. Başköy ve Yeniköy halkı orada yaylardı.
Bir gün Turan Sönmez : ‘Hasan Hoca, okuluna Mustafa Aras adında bir öğretmen verilmiş. Yeni gelen öğretmen Demirtaş’ın Belen Köyü’nden. Babası Şükrü Aras’ı tanırım. Halde komisyonculuk yapar. Varlıklı ve görgülü bir ailedir. Kendilerine Şirketler derler. Aslında ailenin sosyal demokrat olduğunu biliyoruz ama Mustafa Hoca’nın sağ görüşlü, hatta ülkücü olduğunu söylüyorlar’ dedi.
Ben de: ‘Olabilir Turan Ağabey! Gelince tanışırız. İnsanız, elbette fikrimiz olacak. Farklı düşüncelere sahip olabiliriz. Oturur konuşuruz. Akla yatkın şeyleri kabul ederiz. Olmazsa bu farklılığı sorun etmemeyi de öğreniriz’ dedim.
Okulumuz onarım halindeydi. Onarımı da Sapadere Köyü’nden Bilal Gürkan yapıyordu. Yandaki bakkal Ali Uçan’ın (Göğ Ali) evinin giriş katında birleştirilmiş beş sınıf bir arada eğitim-öğretimi sürdürüyor; ikinci katında da yüz lira kira vererek oturuyorduk.
Bir ay sonra Mustafa Aras öğretmenimiz geldi. Orta boylu, siyah saçlı, ince bıyıklı bir gençti. Bekardı. Alanya şivesine uymayan güzel bir dille konuşuyordu. Takım giysili, kıravatlıydı. Çabucak siyasi görüşü de belli oldu: Sosyal demokrat biriydi. Şiddet içermeyen her düşünceye karşı saygılıydı.
İki odalı olan bakkal üstü evimizin bir odasını ona ayırdık. Camı on dört numara olan gaz lambasının ışığında eşim Huri’nin hazırladığı ilk akşam yemeğimizi yedik. Çayımızı içiyorduk. Zaman zaman kız arkadaşı Neriman Hanım’dan söz etti. Hatta ne olduysa arkadaşım coştu, belindeki tabancayı çıkarıp pencereden dışarıya birkaç el ateş etti. O arada komşumuz Mehmet Uçan’ın karısı Ünzüle alacakaranlığa doğru ‘Geççaaa!’ diye bağırıyordu. Mustafa Bey: ‘Bak Hasan Bey! Şimdi bu kadın bizden mutludur’ dedi.
‘Mutlu mudur, değil midir; mutluluk nedir, ne değildir’ üzerine biraz konuştuk. (1)
O hafta sonu Mustafa Bey bizi Demirtaş’taki evlerine konuk etti. Annesi Hatice Teyze’yle, ağabeyisi Hasan’ın eşi Atiye Hanım’la tanıştırdı. Hatice teyze biraz kiloluydu. Vakur bir duruşu vardı. O akşam halen unutamadığım bir anısını söyledi: “Bak Hasan Bey, sen Sivas’lıymışsın; soğuğun ne demek olduğunu bilirsin. Erzurum daha da soğukmuş. Oğlum Mustafa Horasan’in bir köyünde iki yıl öğretmenlik yaptı. Bir gece ‘Oğlum orada, soğukta donarken ben bu sıcak yerde nasıl yatarım?’ diye üstümdeki yorganı attım. ‘Üşürsem de üşüyeyeyim; hasta olursam da olayım’ diye sabaha dek yorganı üstüme almadım” dedi.
Yemeğimizi yedik. Çayımızı içmeye başlamıştık ki küçük oğlum Özay ağlamaya başladı. Ne olduğunu anlayamadık. Bir buçuk yaşında bile değildi. Annesi kucağına alıyor susmuyor, Atiye Hanım ile battaniyeye koyup sallıyoruz yine susmuyordu. Ağzına çay kaşığı ile biraz toş şeker verdik. Sustu. Ağzındaki şeker bitince yine başlıyordu. Bu şekilde sabahı zor ettik. Sabah da hep birlikte köy ile Alanya arasında yolcu taşımacılığı yapan Kardan Ali’nin (Ali Sönmez) cipiyle köye döndük.
Kısa bir süre sonra Demirtaş’ın Yenidamlar İlkokuluna atamam yapıldı. Mustafa Aras öğretmen bana biraz da sıkılarak ‘Hasan Bey, sen burada çalışmaya devam etsen de ben Yenidamlar İlkokulu’na gitsem. Orası benim köyümün okulu. Hem ilkokulu da orada okudum’ dedi.
Kabul etmedim, edemedim. Çünkü sahile yakın bir yere atanmam birkaç yıl daha mümkün olmayabilirdi.
12 Kasım günü tavuklarımızı, eşyalarımızı yine Kardan Ai’nin cipine koyarak Yenidamlar İlkokulu’na geldik.  Mustafa Bey de Necdet Aslan adlı Denizli’li bir arkadaşla sanırım iki yıl Beldibi Köyü İlkokulu’nda çalıştı. Sonra o da sahil köyü Keşefli’de o köyden öğretmen Murat Gökbelen ile birlikte görev yaptı. Sanıyorum o yıllarda da sık sık sözünü ettiği  Neriman Hanım’la evlendi.  Evlerinin yakınına Belen’e yeni bir ilkokul yapılınca da oraya müdür olarak atandı.
Zaman zaman Demirtaş’ta kahvehanelerde, muhtar Hasan Akın’ın oğlu İlhan’ın (Paşa derlerdi) çalıştırdığı postahanede buluşur konuşurduk. Dostluğumuz hiç bitmemişti. Mustafa Aras ve kardeşi Atilla’nın tahta kaşık eşliğinde oynadıkları halk oyununu izleyerek  ‘Keklik’ ve ‘Silifke’nin Yoğurdu’nu; diğer kardeş ve müzik öğretmeni Remzi’nin bağlama eşliğinde söylediği  ‘Dersini almış da ediyor ezber/ Sürmeli gözleri sürmeyi neyler’ türküsünü dinleyerek Yozgat Sürmelisi’ni daha çok sevmiştim.
Kendimce keskin bir sol düşünceye sahiptim. Ama farklı fikirler karşıma çıkınca da, esnek konuşur ‘Olabilir!’ dermişim. Mustafa Bey’in bu sözcük dikkatini çekmiş. Bir konuşma sırasında da bunu anımsattı: “Hasan Bey, keskin bir sol düşünceye sahip olmana karşın sana ters gelen düşünceyi ‘Olabilir!’ diye karşılaman güzel bir şey” dedi.
Yine böyle bir gün Aşık Dede’nin kahvehanesinde ikimiz çay içiyorduk. ‘Arkadaş, biz Sivas’ta, köyümüzde ülser nedir bilmezdik. Ülser olan birini de görmemiştik. Bazı hastalıkları burada duydum, burada öğrendim’ dedim. Bana göre Mustafa Aras’ın verdiği yanıt sanki ekonominin insanın yeme içme düzenine bir yansımasıydı ve doğru bir saptamaydı: ‘Hasan Bey, sizin o yöreyi bilirim. Malatya Akçadağ İlköğretmen Okulu’nda okudum. Erzurum’da görev yaptım. Yaz mevsimi çok kısa. Doğru dürüst meyve veya sebze yetiştirilemiyor. Şimdi buralarda yaşayan insanlar ne bulsun da ne yesin ki midesi de ülser olsun?!’
Yıllar su gibi aktı. 1993’te biz Antalya’ya evimize taşındık. Mustafa Bey bir süre Alanya Milli Eğitim Müdür Yardımcılığı yaptı. Emekli olunca da Cumhuriyet Halk Partisi’nden Demirtaş Beldesi Belediye Başkanı oldu. Dört yıl doğup büyüdüğü beldeye hizmet etti.
Nasıl farklı bir başkanlık yaptığını halasının oğlu Mahmut Soylu şöyle anlattı: ‘Hasan Hocam, eğitimci bir insanın farkı belli oldu. O zamana dek taziye evlerinde ev sahibi baş sağlığı için gelene gidene yemek verirdi. Mustafa Bey gelir gelmez bütün sorumluluğu üstlenmiş. Yemeğinden masasına, sandalyesinden kaşığına varıncaya dek her şeyi belediye veriyor. Hatta hizmeti bile o kurumun personeli yapıyor. Böylelikle acı içinde olan cenaze yakınları büyük bir eziyetten kurtulmuş oldu. Kardeşim Mustafa öldüğünde bunu kendi gözlerimle gördüm’ dedi.
Hayat hiç de adil değil, üstelik de mayın tarlası gibi. Nerede, ne ile karşılaşacağımız beli olmuyor.
İki yıl önce de oğlum Özgür ‘Baba! Mustafa Bey Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastahanesi’ndeymiş. Kalp ameliyatı olacakmış. Kan gerekiyormuş’ dedi. Hemen bütün işimizi-gücümüzü bırakıp gittik. Ama aranan kan bulununca bize gerek kalmadı. Ve arkadaşımız başarılı bir ameliyat geçirdi. İyileşti. Normal yaşantısını sürdürmeye başladı.
Yaklaşık on gün önce de coronaya yakalandığını, Alanya’da hastahanede olduğunu okuduk internette. 8 Kasım ise günü Tıp Fakültesi Hastahanesi’ne nakledildiğini duyduk. İçimize kaygı düştü. Durumunun ağır olduğunu düşünüyorduk ama inanmak istemiyorduk. O hümanist insanın yaşaması gerekiyordu.
13 Kasım günü ise acı haberle karşılaştık. Kardeşi Atilla facebookta ‘Ağabeyim Mustafa Aras hakkın rahmetine kavuştu’ diye yazıyordu. Kaygıların yerini ateş almıştı. Şimdi eşi Neriman Hanım, kızları Ufuk ve Emel ne durumdaydı acaba?! Kolay bir acı değildi. Kabullenmek zor, alışmak olanaksızdı. Fotoğraflardaki o sakin yüze baktıkça insanın inanası gelmiyordu. Çıkıp gelecek gibi duruyordu.
Bir denge insanı olan Mustafa Aras ne yazık ki artık aramızda değildi. Şimdi yapılacak şey arkadaşımızı en azından anılarımızda yaşatmaktı. Unutulmamalıydı. Çünkü iyi insanlar asıl unutulunca ölürlerdi.
(1)- O günkü konumuz olan mutluluğu yıllar sonra Yumurta Parası adlı kitabımda daha uzun anlatmış, kitabı kendisine de göndermiştim. -Kemal Cengiz