Son bir yıl içerisinde yaşadığımız tüm olaylara göz gezdirdiğimizde aksiyon-gerilim filminin gerçekle buluştuğu bir hayat yaşıyormuşuz gibi hissediyorum. Her sabah uyandığımızda yeni bir gündem maddesi ile güne başlıyor, akşam uyumadan önce bambaşka olayları takip etmeye başlıyoruz. Artık gündem olayları gün aşırı değil, gün içerisinde değişiklik gösteriyor. Bu durum sürekli olarak devam ettikçe; geçtiğimiz yıllarda şaşırdığımız olaylara artık şaşırmamaya, tepki gösterdiğimiz durumlara tepki göstermemeye ve gittikçe kısıtlanan bir yaşam tarzı seçmemize neden olmaktadır.
Althusser, yüzyıl öncesinde devletin ideolojik ve baskı aygıtlarından bahsetmektedir. Devletin zor güçlerini kullanarak yönetmesi ve topluma şekil vermeye çalışması bundan yıllar öncesinde kendini daha fazla gösterirken, günümüze geldiğimizde devletin ideolojik aygıtlarının daha çok işlediğini görmekteyiz. Devlet artık elinde sopasıyla bizlere ne yapacağımızı veya ne düşüneceğimizi söylemiyor. Devlet artık ideolojiyi hayatımızın içine gizleyerek kendiliğinden gelen bir normalleştirme ve rıza kazanımı ile varlığını sürdürmeye devam etmektedir. Peki, bu ideolojik aygıtların veya zor aygıtların bizim hayatımızla nasıl bir ilişkisi var? 
İdelojiden bahsetmeye başladığımızda temel olarak devletten, yönetim şeklinden ve halktan bahsediyoruz demektir. İdeoloji, yönetilen siyasi yönetim şeklinde devlet yöneticilerinin veya iktidarların kendi çıkarları doğrultusunda halkı kontrol ederek yaşanılan ayrımcılık, yoksulluk, eşitsizlik, ırkçılık veya kadın cinayetleri gibi durumları normalleştirmesidir. Sürekli olarak benzer olaylar ile karşılaşmak belli bir noktadan sonra duyarsızlaşmaya veya görmezden gelmeye neden olacaktır. Korku içerisinde hapsolup sadece kendi hayatımızı sürdürmek için temel şeylere odaklanmanın ötesine geçemediğimiz bir hayat yaşamaya çalışıyoruz. Normalleştiği için çoğu olaylara tepki veremiyoruz, tepki göstersek dahi başımıza gelecek durumlar nedeniyle korku yaşıyoruz. 
Bundan yıllar öncesinde insanlardan farklı düşündüğümüzde bunu dile getirmek noktasında zaman zaman çekiniyorduk. Dahili olduğumuz gruplardan dışlanmaktan korkuyorduk. Ya kendi fikirlerimize benzer fikirlere sahip insanlar ile iletişime geçmeye çalışıyor ya da fikirlerimizi içimize korkuyla saklamaya çalışıyorduk. Şimdilerde çoğu insan aynı fikirde olmasına rağmen hala daha fikirlerimizi dile getirmekten çekiniyoruz. Sebebi işte bu yürütülen ideolojilerle birlikte gelen korkulara sahip olmamızdır. Başka bir açıdan baktığımızda ise her gün değişen hızlı gündem nedeniyle artık neye şaşıracağımızı veya neye tepki göstereceğimizi bilemiyoruz. Her geçen gün hayatımızla ilgili çeşitli sınırlamalar içerisinde daha çok kendimizle baş başa kalmaya başladık. Bu beklenen iyi bir içe dönüşün aksine daha korkuya ve temel seviyede hayatta kalmaya çabalamaya neden oldu. Her birimiz korkularımızdan oluşan bir sarmala hapsolduk. Bu sarmallarımız birleşerek daha büyük bir korku sarmalına ve onunla birlikte gelen fırtına içerisinde sürüklenmemize neden oldu. Tabiri caizse korkularımız bizi yönetmeye başladı. 
Hep birlikte korkularımızın bizi sürüklemesine izin vermektense, korkularımızı paylaşmaya başladığımızda birbirimize ne kadar çok benzediğimizi göreceğiz. Bu sayede kolektif bir topluluk olabileceğiz, korkuyla günlerini geçiren bir toplum olmaktan uzaklaşabileceğiz.