Ertesi sabah, pazardan aldığı, dirseklerine kadar sökük gömlek ve dizlerine kadar sökük olan pantolonu giyer. Zaten başka giyecek elbisesi de yoktur. Bir iş bulma ümidiyle, mahalledeki kahvehaneye gider ancak yine iş yoktur, işçi arayan yoktur. Bir taraftan da düşünmeden edemez; “Allah’ım canımı alsa da kurtulsam” diyerek içten içe iç geçirir. Kahvehanede otururken, “Kahvehanenin önüne at üzerinde süvari bir komutan geldiğini söylerler.” Mehdi Amca da dışarıya çıkacak, komutanla ilgilenecek bir mecal yoktur. Arkadaşları komutanı içeriye davet ederler. Kurmay Albay rütbesinde olan komutan içeriye girer, etrafı göz ucuyla bir süzer, siyahi bir vatandaş olduğu için Mehdi Amcaya yönelerek; “Mehdi nasılsın?” der. Komutanın kendisini tanımasına şaşıran Mehdi Amca, şaşkın bir edayla komutana bakar ama tanıyamaz. Komutan etrafında toplanan vatandaşlara; “Bu Mehdi İlkokuldan benim sınıf hatta sıra arkadaşım” der. O zaman Mehdi Amca komutanı tanır ve birbirleri ile kucaklaşırlar. İlkokul arkadaşını görmesi ve onun da Kurmay Albay olmasına sevinen Mehdi Amca, o sevinçle kahveciye seslenir; “Kahveci, bize iki kahve” der. Kahveci Mehdi Amcaya döner, biraz manalı ve sitemli bir bakış atar. Aslında bu bakış; “Sen içtiğin çayların parasını bile ödeyemezken, kahve söylüyorsun” tavrıdır. Ama işin içerisinde kurmay albay bir komutan da olunca kahveci sesini çıkarmaz. Zaten o devirde pek kahve de bulunmaz. Vatandaşların bazısı kahveyi hiç görmemişlerdir.

Kahveci, ayağının altına bir tabure koyar, ocağın üstündeki dolabı karıştırmaya başlar. Bir poşetin içerisine daha önce zula ettiği bir miktar kahveyi çıkarır ve iki fincan kahve yapar. Kahvehanenin içerisine kahve kokusu yayılır. Kahvecinin tepsinin üzerine koyup servis etmek için götürdüğü kahveyi gören bazı vatandaşlar, birbirlerine işaret ederek, “Kahve, işte kahve” diyerek birbirlerine gösterirler. Kahveler içilir. Komutan; “Mehdi ne var yok, nasılsın?” diye sorar. Mehdi Amca; “Komutanım, Türk halkının durumu iyi değil, kıtlık var, cebimizde para yok. Evde çocuklar aç, çalışmak için iş yok, halkın durumu perişan, etrafını göstererek işte insanların durumu…” der. Komutan; “Mehdi sen ne iş yaparsın?” diye tekrar sorar. Mehdi Amca,” Ben şoförüm” der. Komutan, “O halde seni, iki gün sonra öğle vaktinde Bayrampaşa’daki askeri garnizona bekliyorum” diyerek oradan ayrılır.

Mehdi Amca iki gün sonra, sabah kuşluk vaktinde, kendi ifadesiyle “o meşhur elbiseyi” de giyerek yaya olarak yola çıkar. Yol biraz uzundur, askeri saha geniş olduğundan etrafı tel örgülerle çevrilidir. Kestirmeden gitmek için tel örgülerin açık olduğu bir yerden içeri girer. Askeri binalara doğru hareket eder ancak açlıktan mecalsiz kalmıştır. Üç adım atar, bir adım dinlenir. Nöbetçi asker onu görür ve yüksek sesle bağırır; “Duuur, duuur; yoksa vururum seni” der. Mehdi Amcanın canına minnet, içinden keşke vursa da kurtulsam diye düşünür. Ve cevap verir; “Vuuur, vuuur; kanım sana anamın ak sütü gibi helal olsun” der. Yürümeye devam eder, nöbetçi askerin bulunduğu yere yaklaşır. Asker yine; “Duuur duur, yoksa vururum” ihtarı çeker. Mehdi Amcadan yine cevap gecikmez; “Vuuur vuuur, kanım sana anamın ak sütü gibi helaldir” diye bağırır. Bunun üzerine asker komutanına seslenir; “Komutanım arabın birisi kafayı yemiş, ihtara uymuyor, vuracağım kurşuna yazık” der. Mehdi Amca daha sonra bunu şöyle yorumluyor; “Adama bak yahu, bir kurşun kadar değerimiz de yok, nasıl bir düşünce bu” diyor anlatımlarında... Komutan askerlere, “Alın, getirin buraya” der. Mehdi Amcanın koluna giren iki asker, amcayı alıp bina içine komutanın karşısına getirirler. Komutan, “Buyur amca, kurallara neden uymuyorsun, derdin nedir?” der. Mehdi Amca, “Beni buraya Bayrampaşa Garnizon Komutanı … davet etti, onunla görüşmek için geldim” der. Mehdi Amca ayakta beklerken, orada bulunan komutan garnizona telefon açar ve garnizon komutanına; “Efendim buraya sizinle görüşmek için Mehdi isminde bir vatandaş geldi” deyince komutanın tavrı ve konuşmaları da değişir; “Tamam komutanım, beyefendi burada, ben ilgileniyorum efendim, emredersiniz komutanım” der ve telefonu kapatır. Devamında tavırlar ve davranışlar değişir; “amcacığım şuraya buyurun oturun, ne içersiniz?” derler. Mehdi amca bir çay içer. Garnizondan askeri bir cip gelir. Kapıyı açarlar, “buyurun amcacığım” diye hitap ederler. “Arabın birisi kafayı yemiş, vuracağım kurşuna yazık!” diyen asker gelir ve amcadan özür diler; “Amcacığım kusura bakma, özür dilerim sizden, ne olursunuz beni komutana şikayet etmeyin” der. Mehdi Amca esprilidir ve askeri korkutmak için; “Yakacağım seni” der. Zaten hayatı boyunca insanları zorda bırakma gibi bir düşüncesi olamamıştır, hep iyilikler üzerine eğilmiştir. Şikayet etmesi söz konusu değildir.

Devamı yarın…