Mehdi Amca, İngiliz kamplarında belli bir süre esir kaldıktan sonra, bir yolunu bulur babasının da görev yaptığı İstanbul’a gelir ve Merkezefendi ilçesine yerleşir. İstanbul Belediyesi’nde otobüs şoförü olarak görev yapar, evlenir ve ailesi ile huzurlu bir yaşam sürer.

İstanbul’un manevi ikliminden etkilenen Mehdi Amca, Tasavvuf konusuna ilgi duyar, manevi konularda kendisini geliştirir. Dini bir konu açıldığı zaman; bir cami hocası kadar da bilgi sahibidir. Bildiklerini anlatmaktan da mutluluk duyardı.

Şimdi Mehdi Amca konusu nerden açıldı gibi bir düşünce akla gelebilir. Şöyle ifade edeyim; uzun süren savaşlar sonrası Osmanlı İmparatorluğu yıkılmış ve Türk Milleti topyekûn verdiği mücadele ile bağımsızlığını kazanmıştır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti 29 Ekim 1923 yılında kurulmuştur. Uzun süren savaşlar sonrası kurulan devletin dış borçları da halkın sırtına binince ve birde kıtlıklar baş gösterince Cumhuriyetin ilk yılları yokluklar içerisinde geçmiştir. 1930’lu yıllarda Mehdi Amca hayatının bir kesitini, başından geçenleri bugünlere ışık tutsun diye misafir olarak bulunduğu Trabzon’da biz gençlere tüm samimiyetiyle anlattı. O dönemde çekilen sıkıntıları ve ıstırapları, o dönemin canlı tanığından dinlediğim şekliyle ve yakın tarihimize ışık tutması hasebiyle paylaşmakta fayda olduğunu düşünüyorum.

Devir kıtlık devri… Anadolu’da ve İstanbul’da ekonomik krizler ve yokluklar halkın belini kırmaktadır. Yiyecek, içecek ve giyim-kuşam konusunda tedarik sıkıntısı hat safhadadır. Tedarik olsa da, halkta para yoktur. Savaş yıllarının olumsuz etkilerine rağmen, genç cumhuriyet fabrikalar açmaya çalışmaktadır. Ülkenin kalkınabilmesi ve istihdam sağlanabilmesi için fabrikalar kurulması olmazsa olmazımızdır. Eskilerden duyduğumuza göre, kıtlık dönemlerinde bazı yabani otlar, ağaç kabukları kaynatılarak katık yapılmıştır. Yokluk zor iştir. Yokluk insanın özgürlüğünü bile elinden alır. Bunun yanında salgın hastalıklarla mücadele edilmektedir. İstanbul gibi bir şehirde bile istihdam sağlayacak yeterli iş imkânları yoktur. Böyle bir ortamda, Mehdi Amca her gün Bayrampaşa’da bulunan bir kahvehaneye iş bulmak amacıyla gider. Kahvehane, sanki amele pazarı gibidir. Belki iş olur, gider çalışır ve evimize bir ekmek götürürüz ümidiyle kahvehane mahalledeki tüm işçilerin uğrak yeridir. Nadiren de olsa ufak tefek işlere gidiyorlar ve karşılığında bir şeyler kazanıyorlar. Kahvehanede sadece çay satılıyor, başka bir şey de yoktur. Mehdi Amca hikâyesinde şöyle anlatıyor; “Her gün kahvedeyiz, diğer arkadaşlarla çay içip sohbet ediyoruz. Ceplerimizde çay parası olmadığından, kahveciye sonra ödeyeceğiz diye yazdırıyoruz. Kahvecide iyi bir insan evladı olduğu için, her şeye rağmen bizleri çaysız da bırakmadı. Kahvenin duvarına büyük bir karton kâğıt yapıştırmış, kahveye gelen bizim isimleri yukarıdan aşağıya doğru sıralı bir şekilde yazmış ve her çay içtiğimizde, ismimizin karşısına bir çentik atıyor. Bu şekilde bize çay vermeye devam ediyor. Allah razı olsun kahvecimizden” diyerek onu taltif etmeyi de ihmal etmiyor. Devamında, “İş olmayınca, evde çocuklar aç kalınca, her gün evden satmak için bir eşya, tabak, çanak vs bir şeyler alıp çarşıya “bitpazarı” olarak nitelen yere gidiyorum. Götürdüğüm eşyayı üç, beş kuruşa satıp eve çocuklara yiyecek bir şeyler götürüyorum. Bu böyle devam ederken evde satacak bir şey de kalmadı. Bir gün yine elimde satacak hiçbir şey olmadan, açlıktan yorgun ve halsiz bir şekilde bitpazarına gittim. Giyim, kuşam satan bir dükkâna girdim. Dükkân sahibi, hani bir şey getirmemişsin ne satacaksın deyince, üstümdeki elbiseyi satacağım” der. Dükkân sahibi, “Peki ne giyeceksin” diye seslenir. Mehdi Amca, “Ne verirsen onu giyeceğim” der. Mehdi Amca üstündeki pantolon ve gömleği çıkarır, dükkân sahibi ona eski bir pantolon ve gömlek verir. Mehdi Amca gömleği giyer; gömleğin kolları dirseklerine kadar söküktür ve kollar dirsekten aşağıya sallanır. Pantolonu giyer, paçalar dizlerine kadar söküktür ve İspanyol paçalı pantolon gibi paçalar sağa sola sallanır. Dükkân sahibi Mehdi Amcaya yirmi kuruş verir. Parayı alan Mehdi amca çocuklara yiyecek bir şeyler almak maksadıyla, çarşının diğer tarafına giderken yolu sahaflar çarşısına uğrar. Bir dükkâna bakarken, içeride üzerinde iki dize yazılı bir tabela görür ve okuduğu dizelerden çok etkilenir. Tabelada aşağıdaki iki dize yazmaktadır.

“Hak tecelli eyleyince her işi âsan eder,

Halk eder esbabını, bir lahzada ihsan eder” (1)

Sahaf dükkânına giren Mehdi Amca; “Şu tabela kaç para?” der, satıcı, “20 kuruş” der. Cebinde zaten 20 kuruş vardır, parayı verir, tabelayı bir kâğıda sardırır ve paketi alarak evinin yolunu tutar.

Akşam vakti evine intikal eden Mehdi Amcayı elinde paketle gören çocuklar, babamız yiyecek bir şeyler getirdi diye sevinirler. Mehdi amca, “çocuklar bana bir tabure ve çekiç getirin” der. Tabure ve çekiç gelince, Mehdi amca paketi açar, çocuklarda pakette acaba ne var diye bakarlar. Paket açılınca çocuklar, “Bu yenmez ki ama” diyerek hayal kırıklığına uğrarlar. Mehdi Amca elinde çekiç ve tabela ile tabureye çıkar ve bir taraftan “Hak tecelli eyleyince…” dizelerini arka arkaya defaatle okuyarak tabelayı duvara çiviler. Geri dönüp baktığında, kendisini izleyen çocuklarının; “Babam açlıktan her halde kafayı yedi” dediklerini duyar ve pek oralı da olmaz.

Devamı yarın…

(1)-Ketencizâde Mehmet Rüştü Efendi, Divan şairi, 1834-1916