Dünya üzerinde gün geçmiyor ki, yeni komplo teorileri üretilmesin. Tarihten buyana, insan topluluklarını yönetmek ve bir kalıba sokmak için devamlı algı operasyonları yapılıyor. Gelecek kaygısı oluşturmak adına, karşıda devamlı bir tehlike, bir düşman ortaya koyuluyor. Böylelikle aynı düşünce, aynı inanç ve aynı duygu birlikteliği sistematiği içinde olan toplumlar daha kolay yönetiliyor. Bazen tehlike karşısında bir akrebin kendi kendini imha etmesi gibi, toplumlar veya ülkeler en değerlilerinden ve sevdiklerinden bile vazgeçebiliyorlar. Her türlü maddi ve manevi zararları göze alabiliyorlar. Ancak bizim medeniyetimizde ve inancımızda toplumların huzuru ve mutluluğu esas alınmıştır. Kişisel menfaatlerden önce kamu yararı hep üstün tutulmuştur. Anadolu coğrafyasında, “devlet-ebet-müddet” felsefesi ile toplumun zarar görmemesi için en sevdiğini, kendi evladını bile feda edenler çok olmuştur ve olmaktadır da…

Bizim medeniyetimizde ve inancımızda; yok etmek yerine, yaşatmak düşüncesi ve kültürü hâkimdir. Feda edilecek değerler; çıkar ve menfaat için değil, âli ve ulvî amaçlara yöneliktir. Hal böyle iken, 21.yüzyılın ilk çeyreğinde pandemi ile tanışmamız sonunda; “salgın gerçekti”, “gerçek değildi” tartışmaları… Her akşam TV ekranlarında ilgili, ilgisiz kişilerin “aşı olunmalıdır, aşı olunmazsa şöyle sakıncalı, böyle sakıncalı, kamu sağlığı tehlikeye girer” terennümleri, toplumda kaygı ve korkular oluşturmuştur. Ayrıca, maske takılmalıydı, takılmamalıydı savları tartışıldı. Eskiden maskelilerden kaçarken, pandemi sürecinde maskesizlerden kaçmalar ve uzak durmalar ortaya çıktı. Aşıların faydalı mı, zararlı mı olduğu tartışmaları yanında, herkesin aşı yaptırma zorunluluğu, aşı olmayanların toplu yaşam alanlarına giremeyeceği dayatmaları ile aşı yaptırmama hakkı ve özgürlüğü tartışmaları gündemi meşgul etti. Hala günümüzde, Korona salgınına karşı üretilen aşıların yan etkileri veya zararları üzerine yapılan tartışmalar, hiçbir faydasının olmadığı öngörüleri toplumu paranoyak hale getirmiştir. Pandemi sürecinde TV ekranlarında her gün konuşma yapanların ortalarda pek gözükmemesi, kimisinin de savunduğu görüşten farklı düşünmesi toplumda kaygı bozukluğuna neden olmuştur. Dünyada bilişim ve bilgisayar teknolojisi deyince akla gelen Bill GATES’in, kendi alanının dışında sağlık ve pandemi süreci ile ilgili medyada açıklamalarının yer alması kafaları daha fazla karıştırmıştır. Bazı liderlerin ve sporcuların pandemi salgınının gerçek olmadığını; bunların komplo teorisi olduğunu ifade etmeleri ve bunlara sosyal medyanın da gücü eklenince dünya her yönüyle daha karmaşık bir yöne doğru gitmiştir.

Son olarak da küreselcilerin, dünya

nüfusunun fazla olduğu görüşünü ortaya atmaları ve nüfusun; salgınlarla, savaşlarla, kıtlıklarla düşürülmesi gerektiği gibi komplo teorilerinin medyada yer alması oldukça düşündürücü olmuştur. Diğer taraftan, milletlerin kışkırtılarak arasında savaşların çıkarılması gibi konular; salgınların ve kıtlıkların da insan eliyle çıkarıldığı şüphesini ortaya koymuştur. Dünya üzerinde kıtlık oluşturmak amacıyla küreselcilerin, verimli toprakları olan ve buğday ambarı olarak tanımlanan Ukrayna’dan hektarlarca genişliğinde arazi satın aldıklarının, batılı ve gelişmiş ülkelerin ise Afrika’dan uzun vadeli, 99 yıl gibi bir süre ile toprak kiraladıklarının ve Bill GATES’in de Tekirdağ İlimizden toprak satın aldığının söylenmesi ve tüm bunların medyada yer alması merak uyandırmaktadır. Komplo teorisine göre, küreselcilerin bu topraklarda özellikle ekim yapmayarak yeni bir kıtlığın oluşturulması amacıyla satın aldıkları dile getiriliyor.

Ukrayna-Rusya Savaşı’nın amaçlarından birisinin de savaş bölgesindeki verimli toprakların harp nedeniyle ekilememesinden dolayı, dünya üzerinde kıtlık oluşturup, insanların aç kalması ve yeterince beslenememesi sebebiyle yaşamlarını kaybedip, toplu ölümlerin olmasıyla dünya nüfusunun düşürülmesini amaçladıkları, zaman zaman sosyal medyada yer almaktadır. Bu durum bizim medeniyetimiz “toprak medeniyeti” ile diğer medeniyetlerin “ateş medeniyeti” arasındaki farkı tüm açıklığı ile ortaya koyuyor.

Kıtlık konusu gündeme gelince, yıllar önce 1990’lı yıllarda üniversitede öğrenciyken Trabzon’da bir konferansta tanıştığım, sevecen ve sempatik tavırları ile dikkat çeken aslen Yemenli Mehdi Amcayı hatırlamadan edemedim. Mehdi Amca 1901 yılında Yemen’de doğmuştur. Babası ise, Abdülhamit Han’ın yüzbaşısı Sait beydir. Aynı zamanda Abdülhamit Han’ın harasında bulunan atların da sorumlusudur. Yüzbaşı Sait Bey, İstanbul Yıldız Sarayı’nda verdiği hizmetlerden dolayı padişahın takdirini kazanmış birisidir.

Sait Beyin oğlu Mehdi; kendi anlatımıyla Yemen’de İngilizlere esir düşer. İngilizler diğer bölgelerde esir aldığı Osmanlı askerlerine savaş ahlakına uymayan şekilde davrandığı gibi, Yemenli esirlere pek kötü davranmazlar. Yemenli esirlere yiyecek, içecek ikram ederler, aç bırakmazlar. Giyim kuşam için elbise verirler. Mehdi Amca anlatımlarında, İngilizlerin verdiği elbiseyi hep şöyle tasvir ederdi; “Gömlek beyaz, pantolon beyaz, ayakkabı beyaz, şapka beyaz, içindeki adam elbiseden daha beyazdı” diyerek espri yapardı. Çünkü kendisi siyahi bir kişiydi. Bulunduğu topluluğun neşe kaynağı olurdu, yanı hiç boş kalmazdı. Latifeli konuşmaları ile etrafı devamlı gülümseyen kişilerle dolu olurdu. Mehdi Amcanın bir gün Trabzon’da hasta olup hastaneye yattığını haber aldık. Üç beş arkadaş bir olup, bir kilo baklava alarak Sürmene Devlet Hastanesine ziyaretine gittik. Mehdi Amca baklavayı çok sever, devamlı esprisini de yapardı. Amcaya moral verelim, yalnız bırakmayalım niyetiyle gitmiştik. Bir baktık, amcanın odası hemşirelerle dolu; onlara bazen hikâyeler, bazen başından geçen komik olayları anlatıyor ve odanın içinde kahkahalar eksik olmuyordu. Biz de baklava ile ziyaretine varınca, sevinci biraz daha arttı. “Çocuklar! Siz hangi futbol takımını tutuyorsunuz?” diye sordu. Kimisi; “Fenerbahçe”, kimisi; “Galatasaray” kimisi ise “Trabzonspor” diye cevap verdiler. Mehdi Amca, “Peki çocuklar ben hangi takımı tutuyorum? Söyleyin bakalım” dedi, kimseden cevap çıkmadı, Bunun üzerine Mehdi Amca gülümseyerek ve dişlerini işaret ederek, “Ben renk olarak doğuştan Beşiktaşlıyım” dedi. Hasta yatağında bile etrafına neşe saçmayı ihmal etmiyordu.

(Devamı yarın)