Kıskançlık ve haset, dinden sinemaya, edebiyattan, gazetenin üçüncü sayfasına kadar günlük hayatımızda sıklıkla karşılaştığımız duygulardır. Ancak bu iki duyguya klinik ortamlarda ve birçok psikiyatrik bozuklukta da rastlanmaktadır.
Haset ve kıskançlık kelimeleri günlük kullanımda birbirinin yerine kullanılsa da
aslında farklı duygulara işaret eder. Kıskançlık, Pines’a (1998) göre, “önemsenen bir ilişkinin yitirilmesine ya da bozulmasına yol açabilecek bir tehlikenin algılanması sonucunda verilen karmaşık bir tepki”dir. Haset, kişinin kendisini benzer statü ve özelliklere sahip biriyle karşılaştırması sonucu daha aşağıda algılaması ve diğeriyle eşit konuma gelebilme olanağının olmadığını düşünerek acı, utanç, incinmişlik ve öfke duygusuyla, karşıdakinin sahip olduğu şeyi kaybetmesi dileği olarak tanımlanabilir. Haset ve kıskançlık, özellikle bireyler öfke duyduğunda kaygı, korku, aşağılanma, üzüntü gibi birçok duyguyu beraberinde getirebilir. 
   Kıskançlık, doğal bir duygudur ve burada dozunu ayarlamak çok önemlidir. Peki nedir bu dozu belirleyen? Paracelsus, ‘’ilacı zehirden ayıran dozudur’’ der. Yani kıskançlık duygusunu engelleyemezsiniz ama bu duyguyu yönetebilirsiniz. Haset duygusu içinde Namık Kemal gençlik döneminde; ‘’Haset nedeniyle gözüme kim görünse mahvetmek isterdim’’ demiş. Öyle güçlü bir duygudur ki kişi karşısındaki kişiyi yok etmek ister. Kendi değeri olmayan bir insan başkalarının değerini hiçbir zaman çekemez. Haset duygusuyla yaşayan kişiler, kendi üstünlüğü ya da başkalarının kötülüğü ile beslenmek ister. Kişinin bulunduğu yüksek yerden aşağı çekmekle eşitlik kazanmaya çalışır. Kıskançlık duygusunun temelinde yetersizlik, değersizlik gibi olumsuz inançlar ya da özgüven eksikliği gibi sebepler vardır. Patolojik bir kıskançlığınız (Othello sendromu) ya da yoğun haset duygunuz olduğunu düşünüyorsanız psikoterapi yöntemiyle bu duyguları çalışabilirsiniz.