Kahvaltımı yaparken ses olsun diye televizyonu açtım ve kanallarda gezmeye başladım. Her kanal neredeyse aynı konuya ilişkin düşüncelerini farklı uzmanlarla değerlendiriyordu. Çözüm üretmek yerine herkes bir şeylerden şikâyet ediyordu veya birbirlerine sordukları sorularla karşısındakini zor duruma düşürmeye çalışıyordu. Televizyonda farklı bir şey bulamayacağımı anlayınca telefonumu aldım elime ve sosyal medyada gezmeye başladım. Bu sefer sosyal medyada gezmek ilgimi çekmişti. Çünkü televizyondan farklı konularda konuşan, yazan, videolar paylaşan içeriklerle karşılaşmıştım. Bunu düşününce kendi profilime baktığımda, benim gibi düşünen insanlarla arkadaş olduğumu fark ettim. Benden farklı düşünen insanların benim arkadaş listemde yer yoktu çünkü. Benim arkadaşlarım benim gibiydi. Var olan düzeni kabul etmeyip kendilerini ve düşüncelerini olduğu gibi ortaya koyuyordu.
Kahvaltım bitince biraz hava almak için dışarı çıktım. Sokaklarda gezerken mağazaların vitrinlerinin aynı olduğunu gördüm. Mağaza isimleri değişiyordu ama ürünler neredeyse birbirinin aynısıydı. En sevdiğim filmin baş karakterini bir tişörte basmışlardı. Onu almak istedim ve en ucuza satan mağazayı bulmaya çalıştım. Mağazaya girdim, tam alacaktım ki ailem aklıma geldi. Daha doğrusu komşularım ve sosyal medyamdaki akrabalarım. Her gün televizyonda kınanan ve böyle insan mı olur diye konuştukları kişilerden birisi olacaktım eğer bu tişörtü alırsam. Çünkü üzerinde filmin baş karakterinin haç kolyesi vardı. Bir de aklıma film geldi. Acaba o karakter veya filmin yapımcısının bu tişörtten haberi var mıydı? Vazgeçtim tişörtü almaktan ve çıktım mağazadan.
İstediğim gibi gitmeyen alışveriş maceramdan sonra kahve içmek istedim. Karton ve üstünde ismimin yazılı olduğu bardakta içecektim. Ardından bunu sosyal medyada paylaşacaktım ki herkes görsün istiyordum. Kahve konusunda uzmanmışım gibi kahvemi istedim ve güneşe oturup kahvemden içmeye başladım. Sonra aklıma içtiğim kahveyi toplayan insanlar geldi. Acaba kahvenin bu son halinden ve yeni isminden haberi var mıydı o insanların? Daha fazla içemedim, bıraktım orada ve yürümeye başladım.
Eve doğru yürürken bir yandan düşünmeye başladım: Acaba nasıl bir hayatım olacağına ben ne kadar karar veriyordum? Seçimlerim sadece bana mı aitti yoksa başkası mı yönlendiriyordu? Bir tişörtün, bir kahvenin veya başka şeylerin; tüm bunların benim için anlamı neydi? Acaba bir anlamı var mıydı? Ben olduğum gibi olursam yok mu olmam gerekir, içinde yaşadığım toplum beni olduğum gibi kabul etmez mi? O zaman varlığımı nasıl ortaya koyacaktım, onlara uyum sağlayarak mı? O zaman ben kendimi nasıl tanıyacaktım, nasıl tanımlayacaktım? Sadece yaşadığım toplumun özellikleri mi beni ben yapacaktı? Kötülüğün olmadığı bir toplum mümkün müydü?
Tüm bu düşünceler birer kelebeğe dönüştü. Bu kelebekler uçarken bir başkasının omzuna kondu. Sonra o kişi de benim gibi sorular sormaya başladı. Sonra yeniden kelebekler uçmaya başladı ve başka insanların omuzlarına kondu. Böylece saatler geçerken hayatın bize anlatılandan başka olduğunu fark eden insanlar olduk. Gerçeği görmek biraz canımızı sıktı ama bu can sıkıntısı var olan düzeni olduğu gibi kabul etme veya sorgulamaktan kaçınma sıkıntısından daha iyiydi. Şimdi hep birlikte bir şeyleri değiştirebiliriz. Ne dersiniz?