Daha baştan diyeyim kimi sözleri... Yazanlar ve sonra kendilerini söz söylediklerini sananlar, ahaliye yön vermeye akıl vermeye kalkanlar, kalemin sözün  ve kalbin izzetini kaybettik...Ama o kadar benciliz ki, kendimize öylesine yüce paye ayırıyoruz ki, neyi kaybettiğimizi ve ya neyin sahibi olduğumuzu  bile bilmiyoruz...

Bilmiyoruz kardeşim, bilmiyoruz, ama hep bildiğimizi yalnız kendimizin bildiğini sanıyoruz...Gazetelerde yazanlar yazdıklarını sananlar, her sabah her gün ahaliye bir şeyler söyleyenler, kendilerini Tanrı tarafından seçilmiş kişiler filan sanıyorlar çoğu...Oysa paranın makamın şöhretin kokusunu aldıkları zaman, renkten renge, rolden role girenler çoğu ne yazık...

En çok ulusal basında dolu bu adamlarda, dün ayaklarını yıkadıkları efendiler ile arası açılınca, veya araya başka şeyler girince "aman Allah'ım" elli senelik düşman rolündeler...

İşte bundan diyoruz, kalemin ve kalbin ve sözün izzetini yitirdik diye, veya namusunu...Yani çoğu ne kitabın ne Tanrının ne Peygamberlerin ne insanın ne şiirin ne Aşkın, ne kalbin ne dağların ne baharın dilinden anlıyor, anladıklarını sanıyorlar...

Aslında  kalemin izzetini sözün izzetini kalbin izzetini gözetenler, önce kendilerinin bilmeleri öğrenmeleri konusunda çok hassastırlar...Onlar bilirler bilmenin anlamanın öğrenmenin sonu yok, sen yürüdükçe yol çoğalır bilmek öğrenmek isteyenler için...Onlar hep öğrenmeye anlamaya çalışanlardır...

Söylenmesi gerekiyor, yazanların çoğu söz edenlerin çoğu konuşanların çoğu kalemin ve sözün ve kalbin izzetine hainlik edenlerdir...Para şöhret gösteriş teşhir, ve  kendilerini daha varlıklı bir kişi etme sevdası çoğunun aklından geçen...Diyelim bunları da, kızanlar kızsınlar, sözü olanlar söylesinler...

Bazı nedenlerden dolayı bir çok şehre giden, oralarda basını, gazeteleri sonra camileri cami görevlilerini müftülükleri vakıfları gözlemleyen biriyim kendimce...Kimseye umutsuzluk filan taşımıyorum, ama dökülüyoruz be kardeş...

Öyle sanıldığı gibi insanı ülkeyi dini kitabı ve şehirleri dert edinme filan yok...Hemen hemen herkes kendini öne taşıma sevdasında, ister yazar olsun ister gazeteci olsun, istersen camide imam veya vaiz, ya da müftü...Ne de siyasetçi milletvekili, çoğu kendi derdinde...

Kalbi olan insan, insanı sever... Endişe taşır ülkesi için yaşadığı şehir için kesilen ağaçlar için, yok edilen topraklar için endişe taşır...Sokak çocukları için orospuluk yapmak zorundayım diyen kadınlar için de...Bu camiler neden boş diye mesela endişesi olur kalbi olanın...Sokak çocukları içinde, işsiz güçsüz kalanlar içinde, sigortasız çalıştırılan gençler içinde...

Kalbinde Allah korkusu taşır kalbi olan, hesap günü endişesi olur içinde...Hesap günü dedik ya hani, hesabı yalnız ahrete taşımamalı insan...Hesabı ahrete taşıyanların çoğu Tanrı inancı taşımayanlardır, yoksa korkarlar Allah'tan ve bu dünyada hesaplaşırlar kiminle hesaplaşıp helalleşmek istiyorlarsa...

Kalbi olan sofrasına iki dilim ekmek fazla koyamaz başka yerlerdeki açlar aklına düşününce...

Mesela ben mümin bir adamım diyen biri "öyle milyon dolarlık arabalara" binemez  Afrika'daki aç kardeşleri aklına düşünce, eğer kalbi varsa... Kalbi yoksa onun bin türlü bahanesi vardır kendine göre, bulmaya çalışır bir çıkış yolu, ama o yol yol değildir aslında...

Çirkin ve kirli bir el "veya bir sürü eller" ve karanlık adamlar karanlık devletler, alçak ve hain Amerika  ülkemizi

insanımızı, düşüncelerimizi ahlakımızı dini inançlarımızı "kendi pis hesapları uğruna" karıştırıp duruyorlar, her türlü karıştırma şekliyle..

Ve çoğumuz  "evet bilerek çoğumuz diyorum" çoğumuz bu karanlık ele, veya ellere, hizmet  hizmet ediyor ona yardımcı oluyoruz, bir bir birimize sahip çıkmayarak, ahlakımıza dinimize kitabımıza sahip çıkmayarak...Sonra kaleme sonra söze ve kalbimize sahip çıkmayarak...

Bundandır bir birimizin yanına varmadan gözlerine bakmadan, uzaktan uzaktan nutuk atıyoruz yazıyoruz insanlara akıl veriyoruz aklımızca insanların yolunu aydınlattığımızı sanıyoruz...Bir birimizi tanımaktan gözlerine bakmaktan selam vermekten nasılsın demekten korkuyoruz...

Yazıyoruz  söylüyoruz eleştiriyoruz , misaller  getirir gibi yapıyoruz, ama dönüp kendimizi sorgulamak aklımıza bile gelmiyor sözlerimizde ne kadar samimiyiz, ne kadarını hayatımıza geçiren insanlarız...Sevgiden söz ediyoruz sevginin yüceliğinden söz ediyoruz tamam da, biz insanları ne kadar seviyoruz veya insanlar bizi?

Hayatımız da kaç düşkün  kaç muhtaç kişi var, en azından umut verdiğimiz...Bakın umut diyorum, veya selam verdiğimiz nasılsın dediğimiz?

Der ki Aziz İslam Kendi içinizde taşımadığınız, kendi kalbinizde bulunmayan hayatınızda olmayan şeyleri söyleyip de, insanları kandırmayın insanlara iki yüzlülük yapmayın...

Ama bu ikazı kimse dinlemedi biliyor musunuz? Önüne gelen önüne gelen din anlattı bu ülkede, iyilikten yardımlaşmadan söz etti, ama beceremedik...

Hutbeler vaazlar , sonra  başka başka toplantılar konferanslar, buna benzer şeyler de bir kaç adım ileriye taşıyamadı bizi...Artık kenar ve köy camilerinde gündüz zamanları bir kaç kişi bile cemaat yok, akşam sabah yatsın üç beş kişi ama iki görevli...Sahi bu devlet bu insanlara neden maaş veriyor, bunun bir cevabı olmalı değil mi?

Kaleme ve kalemin satır satır yazdığı yazılara andolsun, buyurur Aziz Allah...Kalem Allah'ın katındadır ve Allah'ı yazar...Kalem bütün kitapların özünü yerleri gökleri yazandır, denir...

Kısacası yazanlara kalemin, söz edenler  sözün, insandan söz edenler  kalbin izzetini düşünmez oldular....Sonra dokuz aylık hamile bir kadına tecavüz eden  öldüren, yanında on aylık çocuğuna da kıyan insanların var olduğu "ve daha neler neler" yaşamaya mecbur oluruz...

Bunları unutarak, yazarak söyleyerek konuşarak insanlara akıl ve yön verdiğimizi filan sanırız...Manzara ortada kimse kendini kandırmasın...

Çok selam ile...