Değerli okurlar.
Bugün sizlere. 
Genelde yanlış değerlendirilmesinden dolayı, beni sürekli rahatsız eden, kader konusuna değinmeye çalışacağım.
Bırakın sıradan vatandaşları bizim kimi sözde din adamlarımız bile Kader konusunu yanlış ele alıyorlar.
Ama bu konuya girmeden, -Nikola Tesla’nın şu ilginç yaklaşımını değerlendirmenizi istiyorum. 
“Din kitaplarını okuyup anlayan ateist, okuyup anlamayan dindar, hiç okumayıp hiç anlamayansa yobaz olur”
Kader konusuna gelince.
Kader konusu özünde “Levh-i Mahfüz” olarak geçiyor.
“Levh-i Mahvuz” ne diye soracak olursanız?
“ Bazı ayetlerin içeriğinden anlaşıldığı üzere, kâinatta meydana gelecek bütün varlık ve olaylar bu kitapta yazılmıştır. Gökte ve yerde küçük büyük ne varsa, insanların ecelleri, fertlerin ve milletlerin başına gelecek musibetlerin tamamı Allah’ın ilminde yer almış ve levh-i mahfûz denilen bir kütüğe kaydedilmiştir.” Şeklinde açıklanmaktadır.
Kısaca bir örnekle verecek olursak.
Takvim Ay’ın şu gününde Güneş tutulacak diye yazıyor.
O gün de gerçekten güneş tutuluyor.
Şimdi soruyorum.
Güneş, takvim yazdığı için mi tutuldu, yoksa Güneş’in tutulacağı tarihi bilim adamları inceleyip saptadığı için mi takvim yazdı.
Tabii ki, bilimsel olarak Güneş’in ne zaman tutulacağını bilim adamları ortaya koydukları için takvim yazdı.
Takvim yazdı diye Güneş’in tutulmayacağını sanırım herkes bilir!
Bu örnekten yola çıkarsak.
Müslüman inancına göre, kaderde yani Alın yazısında yazıldığı için Dünya’da ki olumlu ve olumsuz şeyler başımıza gelmiyor.
Yaradan yani Allah bizim yaşamımız boyunca ne halt karıştıracağımızı yani iyi yola mı kötü yola mı yöneleceğimizi bildiği için yazmıştır.
Biz bile, önceden insanların başına nelerin gelebileceğini, davranışlarından tahmin etmiyor muyuz?
Hani deriz ya.
Su testisi suyolunda kırılır.
Deli dolu serserilik peşinde koşanlara.
“Bunun başına bir gün bir bela gelir.” Dediğimiz gibi.
Eğer alnımızda yazılanlar sanıldığı gibi olsaydı.
O zaman bizim işlediğimiz her günah hatta suçtan bizim sorumlu olmamamız gerekmez miydi?
Olaya bu açıdan bakarsak, kaderde yazılanı yerine getirerek Allah’ın emrini yerine getirmiş oluyoruz, biz aracıyız, bizi bu yola iten Allah olmuyor mu?
Bir başka yanlış da.
Namahrem ile mahremin birbirine karıştırılması.
Geçenlerde sonradan hidayete erip kapanan ve şarkı söylemeyi bırakan eski bir sanatçı, 
Kapanmasının gerekçesi olarak, dinen kadın sesinin namahrem olmasını gösterdi.
Halbuki, haram olan mahrem, haram olmayan yani günah olmayan namahrem.
Bu da gösteriyor ki, bu hanımefendi bu inanca bilerek yönelmekten çok, başka hesaplar nedeniyle, son yıllardaki modaya uyarak bu tercihte bulunmuş olabilir! 
Dua konusuna gelince.
Önüne gelen önüne geldiği yerde ve her ortamda dua etmekle meşgul.
Adam maça çıkarken sahanın ortasında dua ediyor.
Televizyonlarda ödüllü yarışmalarda yarışmacılar dua ediyor.
Sınava girecek öğrenci dua ediyor.
Hastaların iyileşmesi için dua ediliyor ya da herkesin dua etmesi isteniyor.
Yağmur yağması için.
Çocuk olması için.
Mal mülk sahibi olmak için.
Hep dua ediliyor.
Aslında bu, Allah’tan torpil yapmasını istemek olmuyor mu?
Allah ne diye torpil yapsın?
Ne diye insanlar arasında ayrımcılığa yönelsin?
Tüm sorunlarımızın sorumlusu biz değil miyiz?
Eğer sorunlarımızın sorumlusu bizsek,
O zaman, Allah’ın bize bahşettiği aklımızı kullanarak, çalışarak tüm bu sorunların üstesinden gelmemiz gerekmez mi? 
Adam bireysel bir sporda rakibiyle yarışırken örneğin güreşe ya da boks maçına başlamadan duaya başlıyor.
Sizce karşılaşmayı, dua eden mi, yoksa en çok hangi sporcu çalıştıysa o mu kazanır?
Tabii ki çalışan kazanır.
Eğer dua eden kazanırsa, o zaman Allah adil davranmamış olmuyor mu?
İşin çok daha komik yanı ise.
Hadi Allah’a yalvarıp yakararak bir şeyler dilenebilirsin ama ya o mezarlıklara gidip, hakkın rahmetine kavuşmuş, toprakta sadece kemikleri kalmışlardan yardım dilenenlere ne demeli?
=========================================