Değerli okurlar.
Bu konuyla ilgili ilk iki köşe yazımda, 
Okulu tanıtmaktan, 
Rahmetli Rıfat Ilgaz’dan bahsediyorum derken, sadece küçük bir haytalığımdan söz edebilmiştim.
Ama bugün.
Bana çok komik ve de ilginç gelen haytalıklarım, daha doğrusu sınıfın haytalıklarını anlatmaya çalışacağım.
Umarım sizin de hoşunuz gider, gülersiniz.
Daha önce Rıfat arkadaşımızın yakışıklılığından, vücut çalışmışlığından, saf ve temizliğiyle hastalık hastalığından söz etmiştim.
Rıfat arkadaşım derken rahmetli Rıfat Ilgaz’dan değil sınıf arkadaşımdan söz ediyorum.
Biz sınıf olarak atölye derslerinin bulunduğu günlerde hoca cam bölmeli adasında çalışırken dersten kaçar futbol sahasında top oynardık, ya da üç beş arkadaş okulu kırar sinemaya, maça falan giderdik.
Bir gün, Rıfat o günlerin herkesin ağzından düşmeyen “Bazıları Sıcak Sever” filmine gitmiş, 
Filmin başrollerinde, Marilyn Monroe, Tony  Curtis,  Jack Lemmon, var.
Bu isimleri hiç unutmam. 
Rıfat, filmi bir övdü, bir övdü ki, hatırlayabildiğim kadarıyla en az 8, 9 arkadaş okuldan kaçtık.
Bizim okul Zincirli Kuyu’da olduğu için,, Şişli’deki sinemalardan birine gittik.
Bizim beyler, Naci arkadaşımla bana,
 “ Siz biletleri alın başlama saatine kadar biz şöyle bir volta atalım. Belki manita falan ayarlarız.” 
Deyince, ben de  “O zaman sökülün bilet paralarını, tabii bizimkileri de unutmayın.” Dedim.
Onlar gidince Naciye.
“Ulan bunlar bizi yanlarına yakıştıramadı galiba?” Dediğimde.
Naci bir halt karıştıracağımı anlamış olacak ki, “Yok ya sanmıyorum” Diyerek beni sakinleştirmeye çalıştı.
 “Sen karışma ben bunlara yapacağımı biliyorum” diyerek paraları alıp, koskoca salonun ortasındaki her tarafı cam olan gişenin deliğinden kafamı uzatıp sessizce, 
-Hanımefendi en önden ve en yandan diyerek (8 mi 10 mu hatırlayamadığım biletleri isteyince.
-Beyefendi bu matine tiyatro değil sinema. Demez mi?
-Sinema olduğunu bilmediğimi size kim söyledi? 
-Salon oldukça boş ta hatırlatayım dedim!
-Ben özellikle istiyorum. Dediğimde.
-Pardon özür dilerim. Diyerek, kıs kıs gülerek biletleri kesip bana uzattı.
Matinenin başlamasına epeyce vakit vardı.
Orada burada biraz dolaştıktan sonra çeyrek kala biz içeri girip, onların gelmesini bir duvarın arkasına gizlenerek beklemeye başladık.
Beklememizin nedeni. 
Filmin başlayacağı saatte, tam ışıklar sönünce, karanlıkta onları içeri alıp, yer göstericinin ışığında yerlerimize gitmemizi istemiştim.
Salondan içeri girdiğimizde, salon neredeyse bom boştu.
Salondaki koltukların arasında haç şeklinde yollar vardı.
Yer gösterici, haçın tam göbeğinden öne doğru giderken bizimkiler arkaya doğru gitmek isteyince, görevli biletleri göstererek sizin yerleriniz önde deyince, bizim uyanıklar benim ne yaptığımı anladıklarından, salonun belli bölümlerindeki seyirciden utanarak kafalarını eğerek en öne ve en yandaki koltuklara istemeye,  istemeye oturdular.
Biraz oturduktan sonra, Rıfat başta olmak üzere hepsi bize özellikle de bana demediklerini bırakmadıkları gibi, tehditler savurmaya da başladılar.
Perdenin önünde çiçekler yüzünden en önde oturduğumuz için perdeyi de tam olarak göremiyorduk.
Ben başladım filmi kötülemeye.
Rıfat da oturduğumuz yerden film anlaşılmıyor deyip duruyordu.
Sonradan birisi bana dönüp, 
Madem yaptın bir muzırlık arkalardaki koltuklar boş git otur bakalım bir şey diyecekler mi? Deyince.
Ben de kalkıp arkalarda bir yerlere oturdum.
Biraz bekledikten sonra da.
“Gelin kimse bir şey demiyor.” Dedim.
Bizim ağalar peş peşe arkaya gelip oturunca, ben de koltuğun kapağını birkaç kere vurarak gürültü yaptıktan sonra yerimden kalkıp eski yerime gittim.
Biraz sonra yer gösteren gelip arkadaşları oradan kaldırdı.
Bizimkiler iyice delirmişti.
Ben Naci’nin kulağına “İş çığırından çıktı. Gel biz tüyelim diyerek kolundan tutup kaldırarak sessizce sinemadan çıkıp gittik.