Geçtiğimiz hafta İran’da yaşanan olaylara ilişkin iki farklı bilgi ile karşılaştık. İlk olarak kadın mücadelesinin sonuç verdiğini ve ahlak polisinin kalktığına dair haberler okuduk. Hemen ardından bunun devam ettiğine dair başka bir haber okuduk. Kafamız biraz karışsa da, ilk okuduğumuz habere inanmak istedik. Çünkü umut vericiydi. Ancak ahlak polisinin devam ettiğine dair haberleri okuyunca bu umudumuz yerini haberleri aldığımız kaynaklara olan güvensizliğe yol açtı. Peki, bu bize ne söyler?

İran’da aylardır devam eden bir kadın mücadelesi var. Kadınların sokaklarda saçını açtığı ve şeriat kurallarını reddettiklerine yönelik eylemlerini açık bir şekilde gördüğümüz içeriklerle karşılaşıyoruz. Sokaklara yazılan yazılar, söylenen şarkılar, birlikte yürüyen insanlar ve daha nicelerini görüyoruz. Tam da bunun karşısında ölümleri de görüyoruz. Protestolara devam eden insanların uğradığı şiddeti görüyoruz. Yönetimin aldığı yeni kararlarla usulsüz bir şekilde gözaltına alınan insanları görüyoruz. 

Tüm bunlar olurken protestocu kadınları durdurmaya çalışan başka kadınları görüyoruz. Onları engellemek isteyen, sözde doğru olana ikna etmek isteyen kadınlar var. Bir kadın mücadelesi olarak başlayan bu protestolar, erkeklerin dünyasında yine kendi hemcinslerinin engeline maruz kalıyor.

Peki, biz tüm bunlardan hangisine inanacağız? Evet, her şey zor da olsa ilerliyor ve güzel sonuçlar mı oluyor diyeceğiz? Yoksa bu mücadele engellenir ve bir sonuca asla ulaşmaz mı diyeceğiz? İkinci seçenek aslında yöneticiler tarafından istenilen bir durum. Ancak mücadele bitti ve olumlu sonuçlandı demek için de biraz erken gibi görünüyor. 

Gördüklerimizi doğrulayabileceğimiz bir kanal olmadığı için sadece varsayımlar üzerinden ilerlemek bize olumlu bir sonuç vermeyecektir. Gezi olaylarında kazandık, devlet düştü gibi fısıltılardan sonra insanların nasıl sokaklardan çekildiğini hatırlayın. Haberi doğrulamaya ihtiyaç duymadan, bizim için olumlu olabilecek bir sonuç gerçekleşmiş gibi mücadeleden vazgeçebiliyoruz.

Başka bir durum ise yaşanılanların İran’da olması nedeniyle ‘’Bana dokunmayan yılan bin yaşasın’’ düşüncesi etrafında hareket etmek. Mesafe olarak uzak bile olsa farklı coğrafyalarda aynı sorunların yaşandığını fark etmemiz gerekiyor. İran’da başörtüsü ile başlayan mücadele başka bir yerde ‘’Kürtaja Hayır’’ olarak kendine yankı bulabiliyor. Bu nedenle bir mücadelenin tam olarak bitmesi gibi bir durum söz konusu değil. Bitti demek aslında eksik kalması demektir.

Eril bir dünyada yani erkek egemen bakış açısının hakimolduğu bir dünyada sadece gördüklerimiz değil yaşadıklarımız da bizlere bir şey söyler. Çünkü mücadele denilen şey sadece yasalarla veya sokakta protestolarla ortaya çıkmaz. En çok kendi evimiz içinde ortaya çıkar. Yasalar insan hakları temelinde düzenlense de kendi özel hayatımızda evimizin içinde güvende yaşayamıyorsak yasaların koruyuculuğunun bir anlamı kalmıyor. Bu nedenle sadece gördüklerimize değil ne yaşadığımıza, eylemlerimize yani kendimize bakmamız gerekiyor. Ne dersiniz?