Fıkracı Ali Bey’i sanırım merak etmişsinizdir.
Ben de merakınızı gidermek için Ali Bey’in eşiyle olan resmini köşe yazımın başına koymuş bulunuyorum.
Ali Bey’le yani sayın Ali Turgut’la yıllarca beraber Bayındırlık Müdürlüğü’nde çalıştık.
Ali Bey’in müdürlüğümü de yaptığını daha önce yazmıştım.
Hatırladıysanız eğer,
İlkyazımda Ali Bey’in benden de kısa olduğunu yazmıştım.
Tabii ki,
Ne alaka?
Ne gereği vardı?
Diyenleriniz olmuştur.
Ama ne yaparsın.
Bu da benim en çok hoşuma giden şey.
Birine, benden de kısa derken, bu da beni tanımayanlara, kısa boylu olduğumu hatırlatma şeklim!
Bir başka olaydan da söz etmeden geçemeyeceğim.
Oğlum Saim Can’ın Ankara’daki mütevazi düğününde, dünürümü merak edip duruyordum.
Bana gelinim Demet’in babası olarak gösterilen adama koşarak yaklaşıp sımsıkı sarılarak kucakladıktan sonra “Aslan dünürüm” diyerek şapur şupur yanaklarından öpmeye başlayınca büyük oğlum Hasan Cem ile kızım Canan, “Ne o baba, hayrola ne bu sevinç?” dediklerinde.
-    “Ulan ben sevinmeyim de kim sevinsin? Hayatımda ilk defa benden kısa biriyle akraba oldum” dedim. 
Her ne ise.
Biz gene ipin ucunu kaçırıp, daldan dala konmaya başladık.
Saadete gelirsek.
Ali Bey okuluna devam ederken iki sınıf arkadaşıyla birlikte bir ev tutmuşlar.
Ev ahşaptan. Eski mi eski.
Sadece iki odası varmış.
Mutfağı bile yok.
Odalardan birisi 5x5 diğeri ise 3x4.
Odaların kaç metreye kaç metre olduğunu neden yazdığımı biraz sonra anlayacaksınız.
Küçük odada Ali Bey, diğer odada diğer iki arkadaşı kalıyormuş.
Evde gaz ocağında birlikte yemek yapıp yiyorlarmış.
Belli bir zaman sonra bu iki arkadaş yemek yendikten sonra bulaşıkları Ali Bey’in odasının bir köşesine koyuyorlarmış.
Belli bir süre geçip bulaşıklar birikince sırayla yıkıyorlarmış.
Ali Bey bulaşık kapların kokusundan gece uyuyamaz olmuş.
En sonunda dayanamayıp, “Bir daha benim odama bulaşıkları koydurmayacağım” der.
Bu üç arkadaş özellikle de Ali Bey’in kavga gürültüyle işleri olmadığından bu sorunu nasıl çözeceklerine kafa yormaya başlarlar.
İlk çözüm yöntemi iki arkadaşından gelir.
Arkadaşları iki odayı metre ile ölçerler.
Sonra masaya oturup.
Büyük odanın 5x4=20 metrekare, küçük odanın da 3x4=12 metrekare.
Her ikisinin toplamının da 32 metrekare olduğunu saptarlar.
32 metrekare üçe bölerler.
Adam başı aşağı yukarı 11 metrekare düşüyor.
İki arkadaş, “Biz 20 metrekare odada kalıyoruz. Senin odandaki iki metrekarelik yer bizim olduğuna göre, bulaşıkları oraya koyarız.”
Diyerek Ali Bey’in odasında iki metrekarelik bir yeri belirleyip orayı iple çevirirler.
Ali Bey bu durumda diyecek bir şey bulamaz ama bir çözüm yolu aramaya başlar.
Sonunda çözümü de bulur.
Her iki odanın kapısının eni 60 santimetre.
Ali Bey 60+60 = 120 santimetre hesabını yapıp 120’yi üçe böldüğünde adam başına 40 santimetre düşüyor. İki arkadaşının 80 santimlik hakkının 20 santimlik bölümünü kendi odasının kapısında yukarıdan aşağı bir ip gerdikten sonra.
“İşte sizin de bu kapıdaki hakkınız” der.
Tabii arkadaşları bu 20 santimden geçemedikleri için Ali Bey’in odasına bulaşık koyma işi de yatar.
Bu sayede de Ali Bey bulaşıklardan kurtulur.
Ne medeni ve ne akıllıca çözüm değil mi?
Başkaları olsa, özellikle günümüz gençliği, çoktan birbirlerine girip karakolluk olurdu.