Kurtuluş savaşında Türk halkı oldukça yoksullaşmıştı. Bu savaş hem de çok canımızı yakmıştı. Kaybettiğimiz şehitlerimizin torunları, maalesef  dedelerini bir kez bile tanıyamadılar. Onlardan biri de, benim. Ben de dedemi tanıyamadım. Şehit olan dedemin haberini getiren yetkililere kapıyı açan babaannem, gerekli evrakları yaptırması ve maaş bağlanması için, davet edilmiş. Babaannem ise kocasının şehit olmasının ardından, o asaletli duruşunu bozmadan, “Ben kocamın kanını içmem” diyerek kapısını örtüp acısını içine gömmüş. O dönemlerde yokluk ve sefaletin hüküm sürdüğü Türkiye’de bir kilo un bulmanın bile olanak dışı olduğunu düşünürsek, halkımızın hakkını ödeyemeyiz.

Bu yokluk da şöyle bir olay da dilden dile dolaşırmış. Yine kocasını cepheye gönderen bir Türk anası, her  gün bir tencere su kaynatırmış. Çocuklarına sofrasını kurup, bu kaynar suyu ortaya koyarmış. Çocuklar kaşıkla kaynar suyu çorba gibi içermiş. Bulabilirse, arada birde bir parça kurumuş ekmek atarmış kaynar suya. Günler böyle akıp giderken, bir gün çocuklarından birisi, annesine sormuş. Ana biz neden her gün kaynar su içiyoruz? Ana ise derin bir iç çekişle; Kıtlık var a oğul, kıtlık var, diyerek cevap vermiş. Çocuk ise merakla tekrar sormuş. Ana bu kıtlık ne zaman bitecek? Anası ise yine bir an düşünmüş, içinde az da olsa bir umut, 40 gün sonra a oğul, 40 gün sonra. Oğul garanti ister, peki ana 40 gün sonra ne olacak ki? Ana yüzünü tencereye dönüp, kara gözlerindeki nemi göstermemeye çalışarak; alışır gideriz a oğul, alışır gideriz demiş. Türkiye, Atatürk ve o kahraman ordusu sayesinde bu günlere geldi. Ekmeğin her çeşidi, yiyeceklerin en güzeli, pazarlardaki meyve ve sebzelerin bolluğunu görüyoruz. Bizler kıymet bilemiyoruz. Daha evvelki yazılarımda da belirttiğim gibi, Türkiye bir lokum oldu, her ülke nemalanmak istiyor. Bir ülkeyi bölmek için önce onu cahilleştirmek gerekir, yoksulluğu sağlamak gerekir, sadaka toplumu yaratmak gerekir.

Televizyonların karşısına oturtup, ellerine de reklamların en güzeli çerezleri tutuşturulur. Çeşit, çeşit yarışmalar koyarsınız, o renkli ekranlara. Hatta çizgi film kahramanları çocuklarınızı daha bebekken beynini yıkarlar. Okullarda eğitimler 40-50 kişilik sınıflarda görülür. Öğrenen öğrensin, öğrenmeyen öğrenmesin, kimin umurunda. Zamanında , AKP’li Bakan Cemil Çiçek açıklama yapmıştı; Biz Türkçeye önem vermedik, (Aslında bu itirafı yapmaları da çok önemli) Eğitimde eksiklerimiz var, gerekenleri yapamadık diyor. Bu hükümet, yeni mi gördü bu eksikliği? Yıllardır hükümet ellerinde, istedikleri gibi yönetiyorlar. Bu sorunlar hükümet olmadan planlar yapılmalıydı.

Bugün, tarihimizi ve nasıl buralara geldiğimizle ilgili soracak çok sorumuz var ama televizyonlardaki dizileri de kaçırmamak gerek değil mi. Buna gözleri kapatmadan uyutulmak derler her halde . Halkımızın daha tam detaylarını bilmediği bir referanduma doğru gitti. Türkiye bir problemden çıkmadan yenisine doğru gidiyor. AKP istediği gibi yön çiziyor. Sayın Bakan Çiçek’in dediği gibi, daha doğru dürüst Türkçeyi anlayamayanlardan referanduma katılmaları istendi. Peki bu 21’inci yüz yılda, referandum kelimesinin bir anketi yapılsa, bunu tam olarak bilenlerin sayısı maalesef  çok az bir sayı çıkacaktır.  Peki sonuç ne olacak? Alışıp gitmeye başladık mı, artık bu  alıştırma çok uzun sürmesin, kaynar suyu bile bulamayacağız sonunda. Her gün şehit haberlerini alıyoruz! Yazık bu gençlere ailelerine  ve lütfen alışmayınız.