Değerli okurlar.
Her konuda “Tez-Antitez ve Sentez”  üçgeni kadar güzel ne olabilir?
Tek doğruyu ararken, doğru olarak görmek istediğin şeyin, neye göre doğru ya da yanlış olduğuna bakman gerekir.
Aslında, dogmaların, efsanelerin, masal ve hikayelerin çekiciliğinden oldum olası kaçmaya çalışmışımdır.
Tarih konusuna da hep kuşkuyla bakarım.
Zira tarihi yazan tarihçiler genelde, o tarihteki egemen gücün istediği şekilde, o günkü olayı ya da gelişmeyi kaleme alıyor.
Örneklersek, 1960 darbesini yapanlar, hatta o günü tarihe not düşenleriyle yazanları,  uzun bir süre 27 Mayıs’ı Hürriyet Bayramı olarak kutlattılar ve üç siyasetçiyi idam ettiler.
Yıllar sonra bu bayram kaldırılıp, en ağır biçimde eleştirildi. 
Darbeyi yapanların en önde gelen isimlerinden birisi olan rahmetli Türkeş’in partisi bugün 27 Mayıs mağdurlarına kaybettikleri manevi değerlerin iade edilişine destek verdi!
Tarih konusunda, başka örnek vermeye gerek var mı?
Siyasilerimizi, özellikle de tabulaştırdığımız liderleri de çok iyi değerlendirmeliyiz.
Siyasilerin sözlerinden çok, özlerine dönük arayışlara girmeliyiz!
Bu konuda da en çarpıcı örnek Napolyon.
Bakın Napolyon ne demiş:
“Ben Katolik geçinerek Vendee Savaşı’nı kazandım. Müslüman geçinerek Mısır’a yerleştim. Papacı geçinerek İtalya’da yürekleri kazandım. Bir Yahudi halkını yönetecek olsam, Süleyman tapınağını yeniden kurardım.” 
Nasıl ilginç değil mi?
Size şimdi de bir başka düşünürün ilginç bir değerlendirmesini aktarayım.
Bakın Nikola Tesla ne demiş:
“Din kitaplarını okuyup anlayan ateist, okuyup anlamayan dindar, hiç okumayıp hiç anlamayansa yobaz olur ”
Çok çarpıcı değil mi?
Bu yaklaşımın, tüm öğretiler ve yapılanmalar için geçerli olduğunu düşünüyorum.
Örneğin, bir bitkinin ya da ilacın bir hastalığa iyi geldiğini duyan birisi, bu konuyu çok iyi araştırıp doğru olmadığını öğrendiğinde,  kesinlikle bu söylenene inanmaz. 
Konuyu araştırmasına rağmen, yeterince anlamayan ise, denize düşenin yılana sarılması gibi, bu bitkiyi ya da ilacı kullanır.
Hiç araştırmayan ise, söylenene yürekten inanıp, kendisi kullandığı gibi, herkesin de bu bitkiyi ya da ilacı kullanması için tavsiyelerde bulunmaya başlar.
Ben bu konuda çok daha farklı bir değerlendirme yapayım.
Din kitaplarını çok iyi araştırıp eğitimini de alarak, bilim adamı konumuna gelen birisi ise, ateist ya da deist olsa bile, din adamı olup, bunu meslek edinince, sadece dini meslek olarak kabul edip mesleğini icra etmeye çalışır.
Sanırım, “Hocanın dediğini yap, yaptığını yapma” sözü de buradan geliyor olmalı! 
Özetlersek; manevi anlamda din, saf ve temiz yanlarıyla bireyler ve toplumlar için güzel bir motivasyon.
Ama bugün dünyada, küçüklü büyüklü, kitaplı, kitapsız on binin üzerinde din var.
Daha ilginç olansa, bir de bunların mezhep ve tarikatları, yani değişik kolları var.
Bu durumda inanç çok daha zenginleşip çeşitlenmiş oluyor.
Hangisi doğru sorusunu sormaya gerek var mı?
Bence yok!
Ama gene de, “Herkesin doğrusu kendine” deyip işin içinden sıyrılıp, genellikle kendi doğrumuza sıkı sıkıya sarılıyoruz ya da sarılmış gibi gözüküyoruz!