Bütün canlılar gibi, İnsanoğlu da, doğuyor ve ölüyor.
Doğduğumuza tam olarak inanmasına inanıyoruz da, Ölme konusunda kesin bir yargıda bulunamıyoruz!
Yani.
Eğer dünya dışındaki gezegenlerde de canlı varsa, evrende kendini önemseyen tek canlı insanoğlu.
Nasıl mı?
Hem ölümden söz ederek yok olmaktan bahsediyoruz.
Hem de, insanı ruh ve beden diye ikiye ayırıp.
Önce bedeni mezarda çürümeye bırakıp, börtü böceğe yem ederken,sonra da bedensiz ruhu yaşatarak hayatiyetimizi sürdürdüğümüzü söylüyoruz.
Böylelikle de kendimizi ölümsüzleştirmiş oluyoruz.
Bu konuda, bilimsel olmasa da dinsel anlamda bir sürü argümanlar ileri sürülerek, dünya dışında kendimize yeni dünyalar üretip, o dünyalardaki yaşam şeklinin bile anlatıldığı hikayeler uyduruyoruz.
Tabii, bu tür hikayelerin önemli bir bölümü, dinsel içerikli.
Bu konularda kitapları olan peygamberler ve peygamberlerin de Yaradan’la yani Allah (Tanrı) ile arasındaki iletişimden söz edilerek, Yaradan’ın peygamberler vasıtasıyla insanlara aktarılan öğretiler ya da emirler var. 
Bu öğretileri ya da tavsiyeleri kullar yerine getirip iyi insan olduğunda öldükten sonra cennete, aksi taktirde kötülük yapanların da cehenneme gideceğinde söz edilerek, insanların cehennem korkusuyla kötülüklerden kaçınması ve cennetin güzelliklerine ulaşabilmek için de iyi insan olmaya çalışması isteniyor.
İnsanoğlu evrende ne varsa tüm bu değerlerin salt kendisi için yaratıldığı iddiasını ileri sürerek, kendisini evrenin merkezine oturtuyor.