Bu haftaya Elmalı Davasına dair alınan karara üzülerek ve öfkelenerek başladık. Kadın cinayetleri haberlerinin üst üste geldiği bu haftada bir de bu alınan karara tepki göstermeye başladık. Elmalı Davasında biri 6 diğeri 9 yaşında iki çocuk uğradıkları cinsel istismarı çizerek ve sözlü olarak anlatmışlardı. Çocukların yaşadıklarını net bir şekilde anlatması ve altı ayrı adli tıp raporuna rağmen 70’er yıl cezası istenen sanıklar ‘’Çocuk beyanı delil olarak kabul edilemez.’’ gerçekçesiyle beraat ettiler. Ortada bu kadar delil varken sanıklar nasıl serbest kalıyor? Çocuklarımızı kanunlar çerçevesinde koruyamayacaksak nasıl koruyacağız? 
Çocuğumuz olsun veya olmasın bu alınan kararın doğru olmadığını anlayabiliriz. Bu durumla empati kurabilmek için illa ki çocuk sahibi olmaya gerek yoktur. Her insan bilmelidir ki çocuklar savunmasız ve masumdur. Çocuk kendi bedenini koruyamıyorken onları korumak biz yetişkinlere düşmektedir. Aynı zamanda kanunlar çerçevesinde de bunun destekleniyor olması gerekir. Kanunlarımız var ve kanunlarda bu tür durumların cezası net bir şekilde belirlidir. Ancak bu kanunların uygulaması ve gerçek hayattaki karşılığı bu kadar net olmamaktadır. Elmalı Davası bize gösteriyor ki doğru olmayan bir sonuca da karar verilebiliyor. Cinayeti işleyen insanlar, tecavüzcüler, soyguncular serbest kalabiliyor. Üstelik hiçbir ceza dahi almıyorlar. Böylece insanlar arasında şöyle bir söylem başlıyor ‘’Ne olacak ki seni öldürsem, en fazla 3 veya 5 yıl yatar çıkarım.’’. Bu cümle bizlere daha vahim bir durumun tablosunu çiziyor. İnsanlar suç işlemekten korkmuyor ve suç işledikleri takdirde bunun bir bedeli olacağını düşünmüyorlar. Elbette ki suç işlemek iyi bir şey değil, cezası olsun ya da olmasın hiçbir insan başkasına zarar verebilecek bir davranışta bulunmamalıdır. Bunun ahlaki boyutunu unutmamak gerekir. İşte ahlaki boyutta erdemli bir insan olmayı tercih etmeyen insanlar için kanunlar ve kanun uygulayıcılar yaptırım uygulamak zorundadır. Aksi takdirde suç işlemek veya bir başkasına zarar vermek günlük bir eylem haline dönüşecektir. 
Bu durumda en büyük sorumluluk kanun uygulayıcılarına ve devlete düşmektedir. Devlet vatandaşına ve halkına karşı sorumludur. Aldığı kararlar ve uyguladığı siyasi politikalarla halkının refahını arttırmaya çalışmak ve onları koruyabilmek için adımlar atmalıdır. Her kadın cinayetinde konuştuğumuz gibi beklenilen dışında alınan dava kararları bize gösteriyor ki bunlar politiktir. Kadın cinayetleri politiktir. Çocuk cinayetleri politiktir. Çocuk tacizi politiktir. Bunlara dair yaptırımlar ve adımlar atılmadığı, önlemler alınmadığı sürece işlenen her suç politik olmaya devam edecektir. Çünkü bu tablo bize gösteriyor ki devle halkını, çocuklarını, kadınlarını, ormanlarını, hayvanlarını ve ülkesinde yer alan tüm canlılarını koruyamamaktadır. Hepimiz biliyoruz ki ‘’Çocuğun beyanı esastır.’’. Bu ilke bu kadar açık ve net iken nasıl tersi bir karar alınabiliyor ve bu durum gerekçe olarak sunulabiliyor? Bu tabloda devlete, kanunlarına v kanun uygulayıcılarına nasıl güvenebiliriz? Devletin bizi koruması gerekirken biz birbirimizi korumaya çalışıyoruz. Zaten haklı olduğumuz konularda bunu kanıtlayabilmek için yine, yeni, yeniden mücadele ediyoruz. Tanımadığımız insanların hakları ve yaşadıkları olaylar nedeniyle onları savunmak zorunda kalıyoruz. Artık sadece kendimiz için değil, ülkemizde yaşayan her insan için endişe duymaya başlıyoruz. Buna da yaşamak diyoruz.