Değerli okurlar.
Bu yazının ilk bölümünde.
Her türlü toplumsal deformasyondan söz ederken,
Başlıktaki iki hikayeye yer verememiştik!
Deformasyon derken.
Hani zaman, zaman birbirimizle sohbet ederken, ülke insanımızın ve ülkemizin nereden nerelere, olumlu ya da olumsuz yönde nasıl evrildiğini tartışıp dururuz ya!
İşte ilk bölümde de.
Ne kadar olumsuz bir mecraya doğru evrildiğimizden söz ederek, gelecek konusunda ciddi kaygılar taşımaktan söz etmeye çalışmıştım.
Bakın burada bir önemli konunun daha altını çizmekte yarar görüyorum.
Bir bireyin ve de toplumun vesayet altında kalması kadar tehlikeli bir şey olamaz.
Biz millet olarak.
1960 darbesi sonrası.
Ordunun vesayeti altına girdik.
Nasıl mı?
27 Mayıs 1960 darbesi sonrasında Cemal Gürsel cumhurbaşkanı oldu.
Sonrasında da, sırayla genelkurmay başkanlarının cumhurbaşkanı olma geleneği başlatıldı. Cevdet Sunay, Fahri Korutürk’ten sonra da 12 Eylül 1980 darbesi ve Kenan Evren’in cumhurbaşkanı olması, hep bu vesayet geleneğinin bir sonucuydu.
Yıllarca siyasilerimiz bu vesayetin altında siyaset yapmak zorunda kaldı.
Tabii ki bu demokratik bir yaklaşım değildi.
Ama ne acıdır ki, toplumun bir kesimi, hala bugün bile, bazı olumsuzluklar ve gerici yaklaşımlar nedeniyle bu anti demokratik yapıyı savunabilmekteler! 
Biz bu vesayetten 9 Kasım 1989 tarihinde rahmetli Turgut Özal sayesinde kurtulduk.
“Aydınlanmanın temel noktasını, insanların bizzat kendilerinin sorumlu oldukları vesayet durumundan, özellikle de din konularındaki vesayetten çıkmalarında görüyorum. Çünkü dinî vesayet tüm vesayetlerin hem en zararlısı hem de en onur kırıcısıdır.” 
Askeri vesayetten söz ettikten sonra, diğer çok önemli iki vesayetten de söz etmemizde yarar var.
Toplum içinde hitabeti çok güçlü, yalanı, dolanı, palavrayı rahatlıkla söyleyebilme yeteneği olan kimi uyanıkların her bir bireyin kutsalı olan dini, vatan ve millet sevgisini özellikle de dinle milliyetçiliği öne çıkararak ahkam keserek bir yerlere gelebilmeleri, her toplum için çok ama çok tehlikeli olmakta.
Örneğin Almanya’da Hitler’in yaptıklarına bakarsak, bir toplumu değil tüm dünyayı kan ve gözyaşına boğmuştur.
Bizde de dini kullanmanın ne kadar tehlikeli olduğuna en somut örnek. Fetullah Gülen belasıdır.
Bu kadar önemli konulara parmak bastıktan sonra.
Gelelim başlıkta sözünü ettiğimiz iki hikayeye.
Sakın ha hikayeleri okuyunca.
Dağ fare doğurdu demeyin!
                     
TECRÜBESİZ KÖLE
Padişah acemi bir köleyle gemiye binmişti. 
Köle hiç deniz görmemiş geminin kıymetini bilmiyordu. 
Ağlamaya, inlemeye başladı. Tir tir titriyordu. 
Avutmak için çok uğraştılar ama bir türlü sakinleşmedi. Padişahın keyfi kaçtı.
 Herkes aciz vaziyetteyken gemide bulunan yaşlı adam padişahın huzuruna çıktı. ''Müsaade buyurursanız ben onu sustururum!'' dedi. Padişah da, ''Lütfen lütfetmiş olursunuz!'' dedi. 
Yaşlı adam emretti, köleyi denize attılar. Köle birkaç kere suya battı, çıktı. Sonra saçından yakaladılar, gemiden tarafa çektiler. Köle gemiye yaklaşınca iki eliyle dümene asıldı, oradan gemiye çıktı, bir köşede uslu uslu oturmaya başladı. Yaşlı adamın yaptığı iş padişahı hayrete düşürdü. ''Bundaki hikmet nedir?'' diye sordu. Yaşlı adam cevap verdi. '' Köle evvelce suya batmayı tatmamıştı. 
Gemideki selametin kıymetini bilmiyordu. 
İşte huzur ve saadet de böyledir. 
Bir felaket görmeyen kimse huzurun kıymetini bilemez.
                           
MAHKUM OĞULUN AKLI

Nebraska'da yaşlı bir adam yaşardı. 
Patates ekini için bahçeyi bellemesi gerekiyordu, lakin bu çok zor bir işti. 
Tek oğlu olan David ona yardım edebilirdi fakat o da hapisteydi. 
Yaşlı adam oğluna bir mektup yazdı ve derdini anlattı: "Sevgili David, patates bahçemi belleyemeyeceğimden dolayı kendimi çok kötü hissediyorum. 
Bahçeyi kazmak için oldukça yaşlanmış sayılırım. Burada olsan bütün derdim bitecekti.  Biliyorum ki sen bahçeyi benim için kazardın. Sevgiler Baban." 
Birkaç gün sonra oğlundan bir mektup aldı:
"Babacığım, Tanrı aşkına bahçeyi kazma, ben oraya cesetleri gömmüştüm. Sevgiler David.”
Ertesi gün sabaha karşı 04'00’te FBI ve yerel polis çıkageldi ve tüm sahayı kazdı lakin hiç bir cesede rastlamadılar. 
Yaşlı adamdan özür dileyerek gittiler. 
Ayni gün yaşlı adam oğlundan bir mektup daha aldı. "Babacığım, şimdi patatesleri ekebilirsin. Bu şartlarda yapabileceğimin en iyisini yaptım."
Değerli okurlar.
Her iki hikaye de güzel değil mi?