Değerli okurlar,
Millet olarak, hikayelerden, masallardan ve efsanelerden beslenip,
yatırlardan medet umup, hacı hocadan öğrendiklerimizle bilgeliğe yelken açarak, geleceğimizi inşa etmeye çalışıyoruz.
Son yıllarda televizyon kanallarında bilim adamlarından çok, hacılar, hocalar, ilahiyatçılar öne çıkıyor.
Eğlence programlarında bile hacılara, hocalara, rüya tabircileriyle astrologlar ahkam keserken, kimi kahinlik iddiasında bulunan uyanıkların da kehanetlerine yer veriliyor.
Valla ne yalan söyleyeyim.
Önüne gelen dinden söz edip, dindar görünmek için sürekli, Allah’tan dinden, imandan, kitaptan bahsetmeye başladı.
Her şeyi Allah’a havale etmek modaya dönüştü. 
Aslında çoğumuz inandığımız dinin özünün ne olduğundan bile bir haberiz!
Anamızdan, babamızdan, ondan bundan öğrendiklerimizle dindarlık taslıyoruz.
Özünde, ateistler hariç, istisnasız herkesin Yaradan’a inandığını söylememiz mümkün.
Zira, yaratılmış böylesine bir mükemmellik karşısında, Yaradan’ın olup olmayacağını sorgulamak bile saçmalık olarak kabul edilebilir!
Bakın; 
Nikola Tesla’nın çok hoşuma giden bir sözüne bir kere daha yer vereceğim: 
“Din kitaplarını okuyup anlayan ateist, okuyup anlamayan dindar, hiç okumayıp hiç anlamayansa yobaz olur”
***
Çocukluktan başlayarak, sürekli iç içe yaşadığımız örfler, adetler, gelenekler ve inançlar yumağından sıyrılıp, özgür irademizle, tüm bu değerleri kendi akıl süzgecimizden geçirip, neyin ne olduğunu, neyin doğru, neyin yanlış olduğunu anlamamız pek öyle kolay olmamakta.
“İnsanları inandıkları bir şeyden alıkoymak, bir şeye inandırmaktan daha zordur!”
Zira kökleşmiş inançları söküp çıkartmak için uzun mücadeleye ihtiyaç vardır. 
“Eski inançlar yerlerini yenilerine terk etseler bile kökleriyle sökülmemişlerse en ufak bir zemin bulunca yeniden hortlarlar.”
Çok daha önemlisi hatta tehlikeli olanı ise
Doğru olanları öğrenip yanlışları anladığınızda bile bunu dillendirmekten korkmamızdır!
“Yıllar boyu kurgulanan ‘HAYALLER’ ve ‘EFSANELER’ nedeniyle oluşan toplumsal hafızanın olası tepkisinden duyulan kaygıyla belli ‘GERÇEKLER’ ortaya konamıyor!”
Ne ise 
Ben gene, asıl konumuz olan iki  güzel ve anlamlı hikayemize bir türlü yer veremediğimden dolayı özür dilerken, hikayeleri salı gününe bırakıyorum...