Gerçek bir yazarsan, ve hep  haktan haklıdan ezilmişten,  kovulmuştan, dışlanmışlardan,  hor görülmüşlerden,   yoksullardan,  sokak kadınlarından, sokak adamlarından, sokak  çocuklarından, sistemin hoşlanmadığı ve sevmediği  adamlardan  yana yazarsan, sistemin zalimliğinden  zorbalığından alçaklığından söz edenlerden olursan,  ya da bu sistemi  savunanların kimlerden oluştuğunu anlatır  ve onların  pisliğinden ve  rezilliğinden  söz etmeyi  göze  alırsan  “yani yalnız  haktan ve haklıdan yana olmayı  tercih edersen”  parayı pulu makamı,  mevkiyi  dünya  nimetlerini, veya  çıkar ilişkilerini bir yana  bırakıp yalnız  doğru yazarsan ve doğruların en güzeli vahiyden  söz  eder  “en doğru yol bu yol” dersen,  hele bir de çatarsan  siyaset  yobazlarına, din pazarlayıcılarına,  sahte Mehdilere, hokkabazlara   “işte o zaman  yazmak”  gerçekten belalı bir iştir bu düzenden. 
Yine mi  uzun  bir giriş  yaptım? Yine mi konunun  dışına çıktım? 
Yukarıda sıraladığım kimi nedenlerden, dolayı ya da daha başka nedenlerden  dolayı   aslında  bu partiyi  (Cumhuriyet halk partisi)   konu  ederek  yazı  yazmak “eleştirmek adına bile olsa”  o partinin yöneticilerinin  genel başkanlarının “partin gidişatı  hakkında”  bir asra yakındır  bu ahaliye yaptıkları hakkında yazmak  onları bir – bir anlatmak  aslında bunlar  “büyük günahkar” demek  bile benim yüreğimi acıtıyor.  Ve ben  o parti hakkında yazarken hem kalemimin  hem de yüreğimin kirlendiğini  hissediyor rahatsız  oluyorum.
Ama  bu gün onların parti sözcüsünü dinlerken yine de yazayım dedim. Cümlenize Merhaba.
Bütün bu gerçeklere rağmen  bunların  söz anlamazlığını, utanmazlığını, milleti ciddiye almadıklarını, milletin  kutsallarını ciddiye almadıklarını  “bütün sermayelerinin  yalan  ve çığırtkanlık” olduğunu  sözlerinde hiç samimiyet  olmadığını da  bilmiyor değilim. 
Ellerinde tutunacakları tek dal tutunacakları tek ip  bu partiyi “Mustafa Kemal kurdu”  Ve bu parti onun partisi onun mirası demeyi iyi kötü becerebilmeleri. Mustafa Kemali bunların elinden çekip alın geride söyleyecekleri tek bir şeyleri yok. Zira bir asra yakın var olan bu partinin bu ülkede elle tutulur gözle görülür bir tek eseri bile yok. Varsa  bilenler  görenler  söylesin. 
 Tabi bu  “bir asra yakın” zaman içinde ülke insanına yaptıkları ağır zulümler  ve işkenceleri acıları ahalinin yok oluşlarını kimilerinin oradan araya savruluşlarını İstiklal mahkemelerinin  acı sonuçlarını şapka giymedi diye asılan insanların  acılarını ayrı bir yere korsak, bu partinin geleneğinde  bu ülkeye iyilik yapma gibi, bu ahaliye  iyilik yapma gibi bu ülke insanını sevme onların  yaşamlarına geleneklerine  kutsallarına dinlerine kitaplarına  saygı duyma diye bir şey yok.
Ve bu  parti doksan sene önce neyse  on sene önce de hatta şimdi de aynı parti ve aynı düşünceyi kutsayan bir  parti.  Düşünün  daha dün gibi 28 şubatta bu ülke insanı bu ülkenin ahalisi, ülkenin kadınları  üniversiteli kızlarımız bu adamlardan ne çekti. Unuttuk mu?  Vallahi ben unutanlardan olmadım ve asla da olmayacağım.
Hem ne yani bu partiyi yüz sene önce Mustafa Kemal kurdu diye yüz sene sonra yine o partiyi ve yaptıklarını kutsayacak  sözcülerinin  dediklerine  inanacak ya da inanmaya devam mı edeceğiz? Bu nasıl bir ilkel anlayıştır bu çağda?
Sahi  bu ülkede birkaç  kart mason dışında  şapka giymeyen kalmadığına hatta  İslam köylü  Süleyman Demirel  bile şapkadan  vazgeçtiğine  göre  o binlerce  asılan  insanların hesabını  kim verecek. Onlara  göre  ve  onların anlayışlarına  göre, devrimler  yüzlerce sene süreceğine göre, ve şapka devrimi eli altmış  sene de sona erdiğine göre, Demirel bile şapkayı  çıkardığına göre  demek o bir devrim filan değilmiş.
Neyse genel başkan Kemal  Kılıçdaroğlu bile cesaret edip gündeme getiremediğine göre biz hiç gündeme taşımayalım şu Dersim meselesini.  Hele  o dönemde  küçücük dersimli kız çocuklarının nasıl ve kimler tarafından darmadağın edildiğini, her birinin bir tarafa savrulduğunu. 
İş  bankası ortaklığı mı?  Onu  da  geçelim. Dünya da hilafet parasıyla kurulan ve mirası  C H P ye bırakılan hazin bir  öykü. Bu ümmet ne acılar gördü aslında.
Ben bu yazı yazdığım anlarda  C H P parti  sözcüsü  gazetecilere  tam yarım saat basın açıklaması yaptı ve hep Erdoğan şöyle, Erdoğan böyle demekten  öteye bir şey söylemiş de değil.  Efendin on ağustos  itibarı ile  Tayyip  Erdoğan  Cumhurbaşkanı seçildiği için bütün görevleri düşmüş oluyormuş, ve yaptığı bütün işler gayri yasalmış, ve hakkında  bir suç duyurularında bulunmuşlar ama netice alamamışlar, zira Erdoğan her yeri olduğu gibi mahkemeleri de baskı altına almış. Ne der Cemal Süreyya “her ölüm erken ölümdür üstü kalsın” insanın “her yalan erken yalandır tamam artık üstü kaslın” diyesi geliyor bunları dinlerken.
Her kesin kendi  yanında duran bir hukukçusu  var.  Bu konuyu bende yüreğime sorup onu dinlediğim zaman ortada  bir aldatmaca ve kandırmaca var. Bir an öyle kabul edelim  “tamam Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanı seçildi  “ama bu Tayyip Erdoğan o an itibarı ile Cumhurbaşkanı olarak imza atabiliyor mu, büyük elçi atayabiliyor mu, Cumhurbaşkanı olarak  yurt dışı seyahatlerine  gidebiliyor mu,maaşını Cumhurbaşkanı olarak alabiliyor mu, imza yetkisi var mı?
 Hayır! 
O zaman bu nasıl bir iştir ki, bu C H P li sözcüler,  hatta bu M H P li sözcüler  ne bileyim kimi  hukukçular  nasıl  bu ahaliyi bunca saf yerine koyup  kendi zırvalıklarıyla oyalayıp kandırmaya çalışıyorlar? Hem ülkede iki  tane  Cumhur başkanı olamayacağına göre “seçilmiş olsa bile” Erdoğan nasıl Cumhurbaşkanı oluyor ki? Madem seçilmiş Cumhurbaşkanı da  “neden o  zaman  aralığında”  bir yetkisi yok?  Demek ki  Tayyip  Erdoğan’ın  Cumhurbaşkanı  yetkilerini  alması  ve  kullanması için kendinden önceki Cumhurbaşkanı  Abdullah Gül’den görevi devralması gerekiyor.  Neyse benim böyle düşünüyor olmam  bile  yakınımda bulunan kimilerinin canını sıkacak. Ama doğru bildiklerimizi, doğru sandıklarımızı, yine doğru olarak yazmalıyız diye yüreğimle ahitleştim.  Ne de olsa hep bir bedeli oluyor doğru yaşamanın, doğru durmanın, doğru  yazmanın, ve doğru  söz söylemenin.
                                                                                                                         Mehmet  KAYA