Asr-ı saadette Peygamber Efendimiz ve ilk müslümanlar, Mekke'de müşriklerin şiddetli eza ve cefalarına, insanlık dışı baskı ve zulümlerine maruz kalıp dinlerinin emirlerini rahatça yerine getiremedikleri, ibadetlerini serbestçe yapamadıkları için Medine'ye hicret edip orayı ikinci bir vatan edinmişlerdir. Asıl vatanları olan Mekke'ye de sevgi ve özlemleri devam etmiştir.

Sevgili Peygamberimiz Mekke'den Medine'ye hicret ederken devesini Hazvere mevkiinde durdurarak Mekke'ye mahzun mahzun bakar ve:
"Vallahi sen Allah'ın yarattığı yerlerin en hayırlı, Allah katında en sevgili olanısın. Senden çıkarılmamış olsaydım çıkmazdım. Bana senden daha güzel, daha sevgili yurt yoktur. Kavmin beni, senden çıkarmamış olsaydı çıkmaz, senden başka bir yerde yurt yuva tutmazdım" demiştir. Bunun üzerine yüce Allah Peygamber Efendimize şöyle vahyetmiştir: "Elbette o Kur'an'ın tebliğini üzerine farz kılan Allah, seni yine döneceğin yere döndürecektir." (Kasas, 85). Bir tefsire göre döneceği yerden maksat Mekke'dir. Gerçekten Peygamber Efendimiz ve ashabı hicretin sekizinci yılında Mekke'ye dönerek, fethetmişlerdir.

Vatan sade bir toprak parçası değildir. Bir toprak parçası ancak uğruna, özü ile ona hizmete canların adandığı sürece vatan olur. O zaman bağımsızlık ve hürriyet hak edilmiş olur. O zaman hür ve cihanın kendisini kabul ettiği bir devlet kurmak hakkı doğar. Şair bu gerçeği şöyle dile getirmiştir:

Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır,

Toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır.

Mübarek vatanımızın sınırları şehitlerimizin kanlarıyla çizilmiş, cansız bedenlerin, sıra dağlar gibi dağlarla boy ölçüşürcesine oluşturdukları surlarla örülmüştür. Bu sebeple şehitlerimiz, Anadoluyu Türk yurdu yapan vatan tapusunu kanları ile yazmışlardır. Şair ne güzel söylemiş:

Dur yolcu! Bilmeden gelip bastığın
Bu toprak, bir devrin battığı yerdir.
Eğil de kulak ver: Bu sessiz yığın
Bir vatan kalbinin attığı yerdir.
Bu ıssız gölgesiz yolun sonunda
Gördüğün bu tümsek, Anadolu'nda
İstiklal uğrunda, namus yolunda
Can veren Mehmed'in yattığı yerdir.

Bundan dolayıdır ki, engin tarihimizde vatansız, istiklalsiz ve hürriyetten mahrum kaldığımız dönemler yoktur. İslam Dini ile şereflendiğimiz tarihten bu yana, şehitlik ruhu ve Yüce Yaratan’a olan aşk, istiklal uğrunda bir meşale olmuş,  bizi ilahi vecd ile bir ve beraber eylemiştir. İlahi aşk bizi İslam kardeşliği ile birleştirmiş, üzüntüde- sevinçte, kederde-mutlulukta tek yürek eylemiştir. Mukaddes yurdumuz düşmanın kastına uğradığında bu aşk ile tek yumruk olmuşuz. Çanakkale savaşları her türlü imkânsızlığa rağmen bu ruh ile zaferimizle neticelenmiş, bir kahramanlık destanı olan Milli Mücadelemizin sonucunda, Türkiye Cumhuriyeti Devletimizi, istiklal aşkımızın bir eseri olarak kurmuşuz. Birlik ve beraberliğimizi muhafaza ettiğimiz müddetçe de istiklal ve hürriyyet kıyamete dek hakkımızdır. O zaman birliğimize, dirliğimize kastedenler asla emellerine ulaşamayacaktır.

İstiklal Harbimiz günlerinde, cami kürsülerinde birlik ve beraberliğimizin önemini haykıran Milli Şairimiz Mehmet Akif ERSOY, birlik ve beraberliğin gücünü şu mısraları ile dile getirmiştir:

Girmeden bir millete tefrika, düşman giremez,

Toplu vurdukça yürekler onu top sindiremez.

Allah-Teala: "Hep birlikte Allah'ın ipine (İslâm'a) sımsıkı yapışın, tefrikaya düşmeyin." (Al-i İmran,103), "Allah ve Resûlüne itaat edin, birbirinizle (ihtilafa düşüp) çekişmeyin. Sonra korkuya kapılırsınız da kuvvetiniz gider."(Enfal,46) buyurarak bizi ikaz etmiş, Peygamberimiz (SAV) de: “Size birlik halinde bulunmanızı tavsiye ederim. Ayrılığa düşüp dağılmaktan da şiddetle kaçınmanızı isterim. Zira, şeytan yalnız başına yaşayana yakın olup, birlikte yaşayanlardan uzaktır. Kim cennetin ta ortasında yer almak isterse birliğe yönelsin." (Tirmizi, Fiten,7) buyurarak birlik olduğumuz sürece bizi Cennetle müjdelemiştir.