“Bir ömür dedikleri ne ki?” dendiğinde, iki türlü tepki gelir.
Gençler güler.
Saçmalık diye.
Haklılar. 
Biz de gençliğimizde, ömür denen şeyi, sonsuzluğa uzanan bir süreç gibi algılar, ölümü aklımıza bile getirmezdik.
Delikanlılığımızdaki deliliklerin nedeni de bu olmalı!
Yaşlılarsa,
“Geçen seneler sanki dün gibi,
Neredeyse dün bir, bugün bir ömür bitti” düşüncesinin
üzüntüsü içinde, derinden bir iç çekip, karamsarlığın batağına doğru yuvarlanıp gider.
İnsan yaşlanmaya yöneldiğini, 40-50 yaşlarına doğru anlamaya başlıyor.
Yaşlandığını ise, doğum tarihi ile bulunduğu tarih arasındaki rakamsal farktan çok, beyinle beden arasında uzlaşmaz çelişkilere dayalı kavgalar başlayınca anlıyor!
Nasıl mı?
Beyin istiyor.
“Atlarım, zıplarım o işi kesinlikle yaparım” derken,
Bedense,
“Hop dedik, otur oturduğun yerde, kımıldama” diyor.
Sayın Devlet Bahçeli gibi kimi siyasilerin ve de kişilerin, sık sık yiğitlenip, asıp kesmeleri, bedenin değil, beynin işgüzarlığı!
İnanın ben de zaman zaman esip, gürleyip şimşekler çaktırıyorum ama nafile. 
Yağmur mağmur yağmıyor! 
Tabii ki kolay değil.
İnsan, iyisiyle kötüsüyle, acısıyla tatlısıyla, çok güzel bir yolculuk yaparken, son durağa yaklaştığının farkına varınca, üzülmeyip de gülüp oynayacak değil yaa!
Dinsel yaklaşımcıların, ballandıra ballandıra anlattıkları, öbür dünya hikayelerindeki, her tür nimet ne denli mükemmel ve de hayalleri bile zorlayacak güzellikte olsa da, insan gene de, toprağın altındaki börtü böceğe yem olup, sadece kemiklerinin kalacağını düşünüp ürkmeden edemiyor!  
Yani.
Biz, son durağa yaklaşmanın açmazında bocalayıp duran fanilerden sadece biriyiz.
Kimler geldi kimler geçti.
Gelmişler gitmişler.
Geldiler gidecekler.
Geldik gidiyoruz.
Gelecekler gidecekler.
Biz de geldik gitmek üzereyiz!
Bu kısır döngü, salt bize özgü değil, tüm canlılar için geçerli.