Alanya’da üç ay çalıştıktan sonra Alanya Sıtma Savaş Tabipliğine atanır. Bir beyaz at satın alır. Sıtma hastalarını tedavi etmek için bir hafta Anamur sınırı Kaladıran’a, diğer hafta da Manavgat’a gider gelir. Mesleğini sevdiği için çok çalışmak onu her daim mutlu eder. Alanya’da oturduğu evin etrafı bazen köylerden gelen hastalarla dolar taşar. Evinin alt katındaki odalara yataklar koyar ve bazı ağır köylü hastaları yatırarak tedavi eder. O tarihlerde Alanya’da otel olmadığı için bazı hastalarını da şehir içindeki hanlara yatırarak tedavi eder. Aynı zamanda tarımla da ilgilenir muz yetiştirir. Bir müddet sonra sıtma savaş tabipliğinden ayrılır ve serbest tabip olarak hastalara şifa dağıtmaya devam eder. Daha sonra Alanyalı Sıhhiye Mustafa adıyla anılan Mustafa Özyurt’la beraber çalışırlar. Bisikletiyle şehir içinde her hastaya ulaşıp tedavi eder. Şehirdeki hanlara hastaları yatırıp tedavi ederler. Sıhhiye Mustafa ile adeta seyyar bir hastane gibi çalışırlar.

1950 yılında Demokrat Parti iktidar olunca, Dr. Hüseyin Sipahioğlu da Alanya Hükümet Tabipliğine tayin edilir. Hükümet tabibi olarak hizmete devam ederken, 1951 yılında Antalya Valisi olan, ancak daha sonra dışişleri bakanı olarak görev yapan ünlü politikacı merhum İhsan Sabri Çağlayangil’in, vali olarak Alanya ziyaretinde bindiği jip Sapadere’de devrilir. Aldığı darbe sonucu başı açılan valinin başına 13 dikiş atarak ilk tedavisini yapar. Bu olaydan yıllar sonra, 1990 yılında Çağlayangil’in bir Antalya ziyaretinde, doktor Sipahioğlu’nun da bulunduğu bir ortamda gazetecilerin bu olayı hatırlatması üzerine Çağlayangil; “Vay demek bizim AİDS profesörü mü benim başımı dikmiş” diye espri yaparak doktor Sipahioğlu’na takılır.

Askerlik görevine kadar hükümet tabipliği görevine devam eder. 1954 yılında yedek subay olarak İstanbul’da askerlik görevine başlar. Askerlik görevi bitince İstanbul Haliç Balat’ta da bir muayenehane açar. 1955 yılında Ankara’da asistanlık sınavına girer. Sağlık Bakanlığı asistanı olmak için hem bilim hem de lisan sınavını kazanmak gerekir. Her iki sınavı kazanır ve iç hastalıklarında tekrar ihtisas yapmaya hak kazanır. Yabancı dil konusunda da yeteneklidir. Bazı kurslar alarak İngilizce, Fransızca ve Almanca öğrenir. Öğrenme merakı hiç bitmez. Hem yurt içi hem de yurt dışı tıp kongrelerini hiç kaçırmaz. Her kongreye bazen bildiri sunmak, bazen de takip etmek için katılır. Dahiliye uzmanlığını Vakıf Guraba Hastanesi’nde tamamlar. Tekrar 1958 yılında Alanya Sağlık Merkezinde dahiliye uzmanı olarak laboratuvar da göreve başlar. Laboratuvar çalışmaları ve sonuçları, onun bilimsel çalışmalarına kaynak olur. Ulusal ve uluslararası dergilerde birçok bildiri ve makaleler yayınlar.

1966 yılında Alanya’ya gelen Sağlık Bakanı bütün doktorları akşam yemeğine davet eder, bir taleplerinin olup olmadığını sorar. Dr. Hüseyin Sipahioğlu ısrarla Alanya Sağlık Merkezi'nin “Hastaneye” dönüştürülmesini ister. Israrlara dayanamayan Bakan Bey de sağlık merkezinin hastaneye dönüştürmeye söz verir. O tarihlerde doçentlik imtihanına girebilmek için bir mütehassıs hekimin hastanede dört yıl servis şefliği yapması mecburiyeti vardır. Hem de Sağlık Merkezi’nin 40 yatağı Alanya için yetersizdir. Bu sorunların çözümü adına, Dr. Sipahioğlu daha sonra Sağlık Bakanlığı Genel Müdürü'nün yanına gider. Genel müdür, hastane yapmak için yatak sayısı yeterli değil dese de, Bakan Bey söz verdi diye ısrarcı olur. Bunun üzerine, Alanya Sağlık Merkezi ismi, Alanya Devlet Hastanesi olarak değiştirilir. Dr. Sipahioğlu, Kuyularönü Camisi’nin karşısındaki hastaneyi büyütmek ve yatak kapasitesini artırmak için hemen dernek kurma faaliyetlerine başlar. Çalışmalar sonucunda “Alanya Devlet Hastanesine İlave Pavyon Yaptırma Derneği” adı altında bir dernek kurulmasına vesile olur. 1967 yılında, Alanya Devlet Hastanesi'nin ilave pavyon temeli atılır. İlave bina tamamlanınca, Alanya Devlet Hastanesi 100 yataklı bir hastane olarak hizmet vermeye başlar.

Akdeniz Bölgesi’nde yaygın olan “Akdeniz Anemisi” diğer adı ile Talasemi üzerine hazırlamış olduğu doçentlik tezinin Hacettepe Üniversitesi tarafından kabul edilmesiyle 1972 yılında İç Hastalıkları Doçenti unvanını alır. Çok sevdiği Alanya’ya dönerek devlet hastanesinde çalışmaya devam eder. Hayvanlar üzerinde deneyler yapmaya devam eder. Hatta bahçelerinde yılan yakalayanlar, yılanı bir kavanoza koyarak hocaya getirirler. Bilimsel çalışmalara hiç ara vermeden devam eder. 1975 yılında Hacettepe Üniversitesi Kayseri Gevher Nesibe Tıp Fakültesine öğretim üyesi ve İç Hastalıkları Bilim Dalı Başkanı olarak atanır. Fakülteye gelişinin ikinci ayında, hastaneye başhekim olarak görevlendirilir. Başarılı çalışmalar yapar. Fakülteye 2300 adet tıp kitabından oluşan bir kütüphane kurar. 1975 yılında Alanya’dan Kayseri’ye giderken 1978 yılında kanıtlamaya muvaffak olduğu “Organik Fosfor Zehirlenmelerinde İnsanlarda Görülen Elektrokardiyografik Değişiklikler ve Bunların Köpeklerde Deneysel Olarak Araştırılması” adlı profesörlük teziyle 1978’de profesör olur. Yani Türkiye’de zor olan bir işi başarmıştır.

Dışarıdan hem doçentlik hem de profesörlük unvanını almak herkesin başarabileceği bir iş değildir.

1978-1980 yıllarında Kayseri Gevher Nesibe Tıp Fakültesi Dekanlığı yapar. 12 Eylül İhtilalinden sonra 1980’de Kayseri Erciyes Üniversitesi Rektörü olur. Kayseri’de sağlık ve eğitim alanlarında önemli hizmetler yapar. İşine âşık olduğu için akşam sabah çok çalışır. Bu çalışkanlığı diğer insanlara çalışma azmi verir. Yaptığı bilimsel ve teknolojik çalışmalarla tıp fakültesini adeta uçurur. Türkiye’de çalışmaları konuşulmaya başlanır. Yaptığı hizmetlerden dolayı Kayseri’de adı çılgın doktor olarak anılagelir. Kayseri’ye Mahperi Sultan’dan sonra (Hunad Hatun) mührünü vuran ikinci Alanyalı olarak tarihe geçmiştir. YÖK’ün kurucusu ve o dönemin YÖK Başkanı olan İhsan Doğramacı çok samimi arkadaşıdır. Ancak buna rağmen Hüseyin Bey’i ikinci defa rektör olarak atamaz. Aralarında nasıl bir konuşma geçtiği bilinmez ama dostlukları hayatları boyunca devam eder. Daha sonraki emeklilik dönemlerinde, Sayın Doğramacı üç, dört defa Alanya’ya ziyaretine gelerek misafiri de olur.

-Devamı yarın