Bu arada şartlar gereği dört evlilik yapar. İlk hanımından çocuğu olmaz.Üçüncü evliliğini Sugözü Mahallesi'nden dayısının kızı Emine İkbal ile yapar. Emine İkbal’den üç kız, dört oğlu olur. Oğullarından üçüncüsü Hüseyin’dir. Diğer hanımlarından olan çocuklarla beraber 7 kız, 7 erkek olmak üzere toplam 14 evladı olur. Geçimini sağladığı ticaret onun için bazen iyi, bazen de iyi gitmez. Hep inişli, çıkışlı olur. Yaşadığı hayat serüveninde zaman zaman haksızlığa da uğrar. Bunun sonucunda nadiren de olsa mahkemeye, kadının karşısına da çıkar. Okul çağına gelen çocuklarını okutmaya çalışır. İçinde hep bir uhde vardır. Hukuk alanında işlerinin takibi ve çözümü için evlatlarından birisinin avukat olmasını çok ister.

Aileden birisinin okumasını ve eğitimli olmasını talep eder. Ancak Hüseyin’in ağabeyleri ve kedisinden küçük olan erkek kardeşleri okumak istemezler. Geriye sadece Hüseyin kalır. Kendi ifadesi ile vasat bir öğrenci olarak 1935 yılında, Alanya Hayate Hanım İlkokulu’nu beş yılda bitiren Hüseyin, bir yıl sonra Antalya Lisesi Ortaokulu’na kaydettirilir. O tarihlerde Alanya-Antalya arasında ulaşım sadece denizden gemiyle veya motorla yapılmaktadır.Motorla ancak 8 saatte Alanya’dan Antalya’ya gidilebilmektedir. İmkanlar kısıtlıdır, ailesinden ayrılan Hüseyin derslerine daha çok ağırlık vermeye başlar. Sınavlardan iyi notlar alınca derslere daha da konsantre olur. Artık başarının tadını almıştır. Arkadaşları arasında parlak bir zekaya sahip olduğunu hem hocaları hem de kendisi anlar. Planlı çalışmaya özen gösterir. Dönem hastalıkların kol gezdiği bir dönemdir. Ortaokul ikinci sınıfa geçtiğinde, Alanya’dan sıtmalı ve ateşli bir şekilde Antalya’ya döner. Daha sonra 1980’li yıllarda Anavatan Partisi’nden Bakan olan merhum Cengiz Tuncer’in babası, o tarihlerde Antalya’da sağlık memuru olarak görev yapmaktadır. O sağlık memurunun sıtma iğnesi ile iyileşen Hüseyin, geleceği ile ilgili fikir değiştirir. Hedefinde artık doktor veya sağlık memuru olmak vardır.

Başarılı öğrenciler arasında ismi devamlı okunur. Sınıfta ilk üç öğrenci arasına girerek Ortaokulu bitirir. Ancak babasının işleri pek yolunda gitmez. Alanya’ya dönünce babası Hasan Ağa şöyle der; “Oğlum ben seni artık okutamayacağım, Silifke’de Adliyesi’nde zabit katipliği açığı varmış, git oraya çalış” der. Babasına; “Baba ben okumak istiyorum” dese de isteği kabul görmez. Bunun üzerine 1939 yılında Antalya’da açılan Devlet Parasız Yatılı (Leyli Meccani)sınavına girer ve dönemin başarılı liselerinden biri olan Denizli Lisesini kazanır. Parasız yatılı sınavını kazanınca babası okutmaya mecbur kalır ve Hüseyin’in isteği de gerçekleşir. Denizli Lisesi, eğitim kadrosu öğretmenleri ile dönemin en başarılı liselerinden birisidir. Memleketinden uzak, diyar-ı gurbette Hüseyin derslerine çok çalışır. Geceleri beş saatten fazla uyumaz ve çok başarılı bir lise hayatı geçirir.

Alanya’da ise tarım sektöründe de faaliyet göstermeye başlayan baba Hasan Ağa, 1930’lu yıllarda muzla da tanışır. Alanya’dan Mısır’a gemiyle kereste gönderen Şerifalioğlu Ahmet Efendi, Mısır’dan getirdiği muz fidanlarını eşe dosta dağıtır. Hasan Ağa, muz fidanlarını Sugözü Mahallesindeki bahçelerine eker. Bahçelerinde yetişen muzu meyve olarak çok beğenirler ve çoğaltmaya karar verirler. Hüseyin’in ağabeyleri Hasan ve Şükrü tarım sektörüne el atarlar. İki kardeş babalarının Kaladıran’daki (Anamur-Alanya arasındaki hudut köyü) tarlalarında muz üretmeye karar verirler. Muz fidanlarını hem denizden motorla hem de katırlarla Kaladıran’a taşırlar ve bahçelerinde çoğaltırlar. Ticari anlamda muz bölgeye hızla yayılmaya başlar.

1940-1941 ders yılında liseyi bitiren Hüseyin, İstanbul Tıp Fakültesini kazanır. Ancak karşısına bir sorun çıkar. Üniversiteye gitmek için yaşı küçüktür. İlkokula da bir yıl erken başlamıştır. Bu durum karşısında yaşını iki yaş büyütmek için mahkemeye başvurur. Mahkeme sonunda, 1925 olan doğum tarihini 1923 olarak tescilledir. Lisede kazandığı sistematik ders çalışma metodolojisi ile tıp fakültesinde de başarılı bir öğrenci olur. Yine kendi ifadesi ile üniversitede de babasından yeterli desteği göremez. Ancak muz ticareti ile uğraşan ağabeyleri Hasan ve Şükrü ekonomik olarak destek verirler. Doktorluk mesleğini çok sever, hocasından izin alarak henüz ikinci sınıfta iken kadavra üzerinde iğne yapmayı öğrenir. Yurtta arkadaşlarına yaptığı iğnelerden dolayı arkadaş çevresinde Dr. Hüseyin olarak anılmaya başlar. Bu arada babası hastalanır ve tedavi olmak için İstanbul’a gider. Dr. Hüseyin, hocaları ile görüşür ve ricada bulunarak babasını tedavi ettirir. Hocaları ile tedavi amaçlı görüşmesi ona ayrı bir özgüven kazandırır ve bu alanda önemli bir çevre edinir. Tıbbiyede eğitim gördüğü dönemde, dünyaca ünlü hocalardan ders alır. Bunların bir kısmı Hitler’in yurtdışına sürdüğü Yahudi kökenli ünlü tıp bilginleridir. Altı yılda tıp tahsilini yoğun bir çalışma ile tamamlar ve 1947 yılında doktorluk diplomasını alır. Bu arada son sınıfta iken 1947 yılında Alanyalı Sacide Tüzün’le evlenir. Uzmanlık bölümü için girdiği sınavda da dahiliyeyi kazanır. Dönemin ünlü tıp alimlerinden olan Prof. Erich Frank tarafından asistanlığa kabul edilir.Aslında bu onun için önemli bir fırsattı. Prof. Frank, Türkiye’de Guraba Hastanesi’nde 23 yıl hocalık yapmış, pek çok ünlü hekim yetiştirmiş bazı sağlık alanlarında ün yapmış büyük bir hekimdir. Fakat geçim sıkıntısından dolayı bu fırsatı değerlendiremez. Asistanlığın o zaman parasız (maaşsız) ve fahri olarak yapılması ve kendisinin de evli olması bu eğitimi sonlandırır. Bunun üzerine eşi ile birlikte memleketi Alanya’ya gelmeye karar verirler. Alanya İskele Caddesinde kendi adına bir muayenehane açar ve doktorluk yapmaya başlar. O yıllarda sıtma hastalığı çok yaygındır. Memleket insanına ve hemşerilerine hizmet etme aşkıyla yanan genç doktor Hüseyin bey, şehir, kasaba, köy, yayla demez, nerde bir hasta varsa at sırtında Toroslar’ın arkasındaki köylere tedaviye gider. Onun için para ikinci plandadır. Kendi ifadesiyle; “Bir yayla dönüşü Alanya Hükümet Tabibi Dr. Ali Mazhar Elar, kendisini yanına çağırıp azarlarcasına sitem eder; sen gelip hemen piyasayı düşürdün. Hiç 250 liraya Kadıyakası’na gidilir mi? Sen ne yaptın, 2500 liralık rayici beş paraya çevirdin” der.

-Devamı yarın