Dünya var oldukça bırakın bir gün bir an bile durması düşünülemez. “Ben artık yoruldum, kısa bir mola alayım” deme lüksüne sahip değildir dünya dedikleri. Kısacası yaşadığımız yer, mekan olan dünyamız bizlere bu hayatı vermek için hiçbir zaman; “Sayın yolcularımız …….. dinlenme tesisinde 30 dakika yemek ve ihtiyaç molası veriyoruz.” demiyor.  Neden mi? Çünkü hepimizden aldığımız oksijenin hakkını vermemizi istediği için. O halde var mısın sana bu yaşamı sağlayan dünyaya bir bedel ödemeye. Eğer cevabınız “EVET” ise yazının bundan sonraki kısmını okumaya devam etmenizi tavsiye ederim. (Cevabı hayır olanlar üzülmesin sonraki yazıları beklesinler)
Hızla değişen, gelişen ve mesafelerin her geçen gün kısaldığı yani küreselleşme olgusunun daha hızlı yaygınlaştığı bir zamanda yaşıyoruz artık. Bu durum elbette kaçınılmaz ve yadırganamaz. Ancak eleştiri konusu olması gereken bir durum var. “Acaba insanlar olarak biz bu duruma ayak uydurabilmek için gerekenleri yapıyor muyuz?” diye sormaktan kendimi alamıyorum. Yoksa kaçmayı, hatta kaçabildiğimiz kadar uzaklara kaçmayı mı tercih ediyoruz? Teknoloji, değişim, gelişim vs. bunlar bizi bozar deyip görevimizi yapmamak için mazeretlere mi sığınıyoruz? Unutmayın ki, karga yuvası bulunduğu ağacı ne kadar saklayabiliyorsa mazeretlerde sizi o kadar saklayabilecektir. O zaman ya seni saklayabilecek kadar büyük mazeretlerin olsun (ölüm gibi… yoksa var olduğun sürece hiçbir mazeret seni saklayamaz) ya da mazeretlerin, bahanelerin olmadığı bir hayatın olsun. Unutmayın ki; mazeret ile maharet aynı koltuğa sığmaz.
Bazen düşünüyorum da insanları asli görevlerini yapmaktan alıkoyan unsurlar nelerdir diye. Netice hemen hemen her seferinde aynı yerlere varıyor. Bunlardan birincisi insanları çalışmaya sürükleyen bir amaçlarının olmaması. Özellikle de bunu geleceğimiz dediğimiz gençlerimizde görmek en acısı diye düşünüyorum. İlkokulda ne olmak istiyorsunuz diye sordukları zaman genellikle “bilmiyorum” cevabı ile karşılaşırsınız. Bir üniversite öğrencisine sorduğumuz zaman bu cevap yerini “Okul bitsin bakarız.” haline dönüşmektedir. Ama neticede her ikisinde de sonuç aynı; bir yere ulaşma arzusu, isteği yok çünkü öyle bir amaç, hedef yok. Birde tüm bunlara atalet duygusu ve ülkemizdeki yaşam şartlarını bahane eden mazeretler eklenince aynı perde, aynı sahne ve aynı oyunla karşı karşıyayız. Sanki ben bu oyunu daha önce görmüştüm. Çünkü benzer durumlarla birçok arkadaşım karşılaşmıştı diye anlatırız çevremizdekilere…
Nedense birçok kişiye sorunlar nelerdir diye mikrofonu uzattığınızda saatlerce konuşabilme özelliğine sahip iken “Şöyle bir soruna çözüm öneriniz nedir?” diye sorarsanız birkaç cümle belki söyler. O cümlelerde emin olun ki “Kardeşim bunlar benim işim değil; yönetimin sorunu, devletin sorunu.” gibi cevaplarla topu başkalarına atmaktan ibarettir. Peki, ne yapmak gerekir? Sorunları dile getirmeyelim mi, eleştirmeyelim mi? Kesinlikle hayır. Ama biraz da çözüm odaklı düşünce ufkunu yakalamamız gerekiyor diye düşünüyorum. Hepimiz bu ülkede, bu dünyada yaşıyorsak çözüm üretmekte bizim görevlerimizdendir. Buraya kadar her şey tamam dediğimiz anda ise karşımıza şöyle bir sorun çıkmaktadır: “Bu benim işim değil, bu benim branşım değil.” 
Bilgi üretme ve bilgiyi etkin kullanma çağını yaşadığımız böyle bir zamanda sen, sen olarak asli görevlerini yaptıktan sonra diğer alanlarda da kendini yetiştirmek ve geliştirmek zorundasın. Peki, ne yapmam gerekir diye soruyorsan çok basit. Dünyayı örnek alman yeterli. Dünyanın görevi nedir? Belli bir düzen, intizam kurallarına göre doğru istikamette dönmek. Evet, sadece dönmek. İncelerseniz dünya kendi görevini kusursuz yapmaktadır ve diğer kişilere de görevlerini yapabilme ortamı sunmaktadır. O halde bizim yapmamız gereken de bu yönde olmalıdır. Öncelikle kendi işimizin uzmanı olmak ve etrafa ışık saçmak. Hayattaki yaşama gayeniz ne olursa olsun hem yaşayın hem de yaşatın. 
Her gün yeni bir hayalin peşinden koşmalısın, hayaller hiç bitmemeli. Hayallerin tükendiği yerdir seni hayattan koparan. Yaşama bağlı kalmak, hayatı doyasıya yaşamak ve çevrene ışık olmak istiyorsan tek yapman hayallerini hedef tahtasına yerleştirmektir. Hayaller hedefe dönüştüğü zaman anlam kazanır, hedefler ise ancak bedeli ödendiği zaman ulaşılır. 
Unutma senden öncekileri başarılı kılan tek unsur onlar başarılı olmayı gerçekten istemişlerdi. Peki, seni alıkoyan ne? Onlar da senin gibi biriydi, fiziksel olarak hiçbir fark yoktu aranızda. Gençlik sana sesleniyorum. Yaşadığın bu zamanların kıymetini ilerde daha iyi anlayacaksın. “KEŞKE” lerle yaşamak istemiyorsan başarı kılavuzunu izlemeye devam et ve unutma “Hedefi olan kişiyi ne rüzgar ne fırtına hiçbir şey durduramaz.”