Alanya’nın planlanmasına ve gelişimine baktığımızda; Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat’ın 1221 yılında Alaiye’yi fethinden sonra, Alanya Kalesinde bir takım imar faaliyetleri  yapılaşma ve tamiratlar yapılagelmiştir. Alanya’nın en eski Mahallesi olan Hisariçi ve Tophane Mahalleleri çok uzun yıllar meskun yerleşim yeri olarak kullanılmıştır. Daha yakın tarihe kadar, Osmanlının son 40 yıllık dönemine kadar, bu mahalleler de toplu olarak ikamet edilmiştir. 1471 tarihinde Gedik Ahmet Paşa, Alanya Kalesini Osmanlı topraklarına katmasıyla, Alanya şehri, 1475 yılında  ikibin kişilik nüfusu ile tamamı kale içinde yaşayan bir askeri şehir olarak görülüyordu. Kale içinde barınan bu nüfusun büyük kısmını (287 hane) Müslümanlar oluşturuyorken, az bir kısmını (49 hane) da Müslüman olmayanlar oluşturuyordu. Bunun dışında kaleyi korumakla görevli kale askerleri de bulunuyor. 1475-1530 yılları arasında, elli beş yıllık Osmanlı yönetimi boyunca, Gayr-i Müslimlerin nüfusu artmamış; aksine, birkaç hane eksilmiştir. 1475’te 49 hane iken, 1530’da  40 haneye düşmüşlerdir. Müslümanların nüfusu da azalmıştır. Tüm Alanya’nın nüfusu 287 haneden 236 haneye düşmüştür. 1530 yılında Alanya Kalesi’ni savunmakla görevli askerlerin sayısı 90 kişiydi. Büyük olasılıkla tüm binalar ve yerler, 1475 yılında vardı. Yeni Osmanlı yönetimi  bu süreç içinde  sadece yeni bir iskele yaptı veya mevcut iskeleyi yeniledi. Zira; liman çok eskiden beri kullanılıyordu ve burada çok sayıda ziftçi cemaati çalışıyordu. (Erdoğdu, M.Akif :2013, shf:26-27)

Osmanlı’nın son dönemine kadar, Alanya merkezde nüfus, toplu olarak kale içerisinde yaşamıştır. Geçimlerini sağlamak için Alanya’nın bugünkü Hasbahçe, Sugözü, Oba gibi biraz yüksek mevkilerinde bahçeler yapıp, ekim dikim yaparak çalışmışlar, akşam olunca kale içerisindeki evlerine dönmüşler. O dönemde bugünkü Alanya şehir merkezi, ticaretin döndüğü alanlar genellikle sulak ve sazlıktır. Bundan dolayı bu alanlar da sinek, fare gibi haşereler çok yoğun olarak bulunur ve sağlık açısından da tehlike oluştururlar. Bu dönemde veba, kolera, çiçek, tifüs gibi salgın hastalıklar eksik olmaz.  Teknoloji, elektrik olmadığı  için, yaz aylarında Toroslara yüksek yaylalara çıkılır aksi halde hastalıklardan korunma ihtimali yoktur. Alanya Merkezde yaz aylarında sadece nöbetçiler kalmaktadır. Bu yüzden yüksek kesimler daha sağlıklıdır ve değerlidir. Sazlık ve sulu deniz kenarlarında hiçbir şey yetişmediğinden bir kıymeti yoktur. Alanya’da bir espri olarak hep söylenegelir: “Mirasta deniz kenarları değersiz olduğundan, kızlara, yüksek kesimlerde oğlanlara verilmiştir, turizmin patlamasıyla da damatlar zengin olmuşlardır” diye halk arasında konuşulur. Hatta bugün ticari dükkanların olduğu Kuyularönü Camisi’nden Hükümet Konağı tarafı, Mola Kavşağına kadar alan mezarlık olarak kullanılmıştır. Kumluk ve değersiz olduğu için Alanya Kalesindeki  mevtaları Kuyularönü Mezarlığı adıyla buraya defnetmişlerdir.

O yıllarda Kıbrıs gibi Alanya da imparatorluğun bir sürgün yeridir. Toroslarda kavga çıkaran Türkmenler, vergi memurlarına karşı gelenler sürgün olarak Alanya’ya da sürülmüşlerdir.  Yine Alanya, Karaman bölgesinden önemli ölçüde göç almıştır.  1926 yılındaki Mübadele Kanunu ile gönderilen Rumların yerine, bu gelenler yerleştirilmişlerdir. Sadece Kale içerisine değil, artık sur dışına yerleşmeler olmuştur. Daha önce bahçelerinin başında tek tük evler olan kasabada artık yeni yerleşimlerle çarşı içerisinde evler artmıştır.

 Kuyularönü Mevkiinde, caminin yanı sıra ticaret için gelen tacirler ve misafirler için hanlar ve hayvanlar için ahırlar dönemin önemli yapılarındandır. 19.yüzyılın sonunda Kuyularönü Camisi’nden Damlataş tarafına doğru sadece bir şose, sokak oluşmuştur. Ve bu sokakta sağlı sollu iki katlı evler ve dükkanlar cadde üzerinde yerini almıştır. Gündüz dükkanlarında ticaretle uğraşan esnafın ekserisi, akşam olunca kaleye evlerine geri dönerler. 

Devamı yarın...