Yine kan…! Yine göz yaşı…! Yine acı, bağrımıza düşen ateş…Bir yetimin kulaklarda yankılanan  “Baba!”  feryadı. Küçük bir çocuğun farkına varamadan babasının naaşına asker selamı duruşu…Bir annenin “Evladım!” feryadı…Bir babanın ciğerinden kopup gelen hıçkırıkları..!
          Yer, yine İdlib…Suriye toprağı. Tam beş şehit ve beş yaralı daha. Bir hafta içinde içimizi yakan ikinci büyük acı. Neden? Askerimizi şehit eden gerçekten rejim güçleri mi? Buna inanalım mı? İnanamıyorum, hiç inandırıcı bulmuyorum. Kimse aklımızla alay etmesin. Her şey apaçık ortada.
          Düşünüyorum: “Barış Pınarı Harekatı”nda, başlarken, belirlediğimiz hedefi gerçekleştirmiş olsaydık bu acı tabloları yaşayacak mıydık? Güvenliğimiz konusunda başkalarının iradesine bağlı olmadan daha sağlıklı netice almış olmayacak mıydık? Kendi bölgemizde ve kendi coğrafyamızda daha etkin rol oynamayacak mıydık? Hepsinden ziyade, kendi göbeğimizi kendimiz kesmiş olmayacak mıydık?
          Suriye, bize neden acı, keder, göz yaşı ve kabus oldu? Sınır ve ülke güvenliğimiz için reel politikaları uygulayıp komşularımızla dostluk ve kardeşlik içerisinde yaşamayı kendi irademizle tercih etseydik daha sağlıklı olmaz mıydı? Bölgede kendimizi daha güçlü hissetmez miydik?
          Elbette bölgesinde sözü geçen, güçlü bir Türkiye hedefimiz. Bu hedefe doğru, gerçekçi, itimat telkin edici politikalarla ulaşabiliriz. Yüce Önderimiz Atatürk’ün izinde, O’nun belirlediği politikaları takip ederek amacımıza ulaşmak mümkün. Bu sayede tam bağımsız, sözü geçen ,barışa katkı sağlayan güçlü bir ülkenin vatandaşı olmanın haklı gururunu yaşayabiliriz. Bu, bizim ecdadımıza borcumuzdur. Bu borcu layıkıyla eda etmek her Türk’ün birinci vazifesidir. Vazifemizi yapmaktan hiçbir surette kaçamayız. Böylesi bir durum Atamıza, atalarımıza, bize bıraktıkları mirasa ihanet olur. İhanetin bedeli de ağır olur!