Bugün korona virüsle tehdit altında olan insanlığın yarın hangi virüslerin salgınına uğrayacağı meçhul. Yaşanmakta olan salgını en az zayiatla atlatabilmek için çok yönlü tedbirler alınıyor ülkeler tarafından. Sınırlar kapatılıyor ve yurt dışına çıkışlara sınırlama getiriliyor, seyahatler kısıtlanıyor, ticaret duruyor, karantinalar başlatılıyor. Bu durumda akla hayatın nasıl devam edeceği, gıda ihtiyaçlarının nasıl karşılanacağı soruları geliyor.
          Doğal olarak toplumlarda yaşanmakta olan panik havası insanların psikolojisini bozuyor. Mecburi yaşanan tecrit, sosyal hayatın üzerine bir kabus gibi çöküyor. Ülkemizde de bu panik havasının ortaya çıkardığı hoş olmayan davranışlar sergileniyor. Halk şuursuzca marketlere, manavlara, çarşı-pazara saldırıyor; bunu fırsata çeviren bazı satıcılar temel ihtiyaç ürünlerine zam yapıyorlar. O kadar abartılıyor ki, bire iki üç artırılan fiyatlar gayri ahlaki bir kazancı ve vurgunu ortaya çıkarıyor. Böylece yaşanan olağan üstü durumdan haksız kazanç elde eden zenginler türüyor.
          Dünyada kendi kendine yeten yedi ülkeden biri iken,  artık bu hakikat mazide mutlu bir tebessüm olarak karşımıza çıkıyor. Kendi kendine yeterken bugün adını bilmediğimiz ülkelerden mesela Moldova’dan ayçiçeği ithal ediyoruz. ABD’den pirinç, Kanada’dan mercimek, Danimarka’dan arpa, Meksika’dan kuru fasulye, Sri Lanka’dan çay alıyoruz…Alabiliriz, tabii paramız var! Buğday ambarı bir ülke iken yılda 5 milyon ton buğday ithal diyoruz. Tabii pamuk da ithal ettiğimiz ürünlerden. Övüneceğimiz mi, yoksa utanacağımız bir durum mu?
          Tütün Fonu’nu kaldırmakla tütün üretimini bitirdik. Dünyada fındık üretiminin yüzde seksene yakın bir bölümünü üretmemize rağmen kazancımızın kat kat fazlasını Nutella’nın sahibi İtalyan Ferrari firması kazanıyor. 2002 yılında tarımın gayrisafi milli hasıladaki yüzde on iki iken bu oran 2018 yılında yüzde 7’ye geriledi. Çiftçilik cazibesini kaybedince büyük topraklar tarım dışı kaldı. Aynı şekilde hayvancılık da değer kaybedince dışarıdan canlı hayvan ve et ithal eder olduk. Tarıma desteğin azalması, yerli üreticiyi çok uluslu firmalar karşısında güvencesiz bıraktı. Böylece “kendi kendine yeten ülke” ünvanını kaybettik.
          Şeker fabrikalarının satılması şeker üretimini bitirdiği gibi şeker ithalatını da ortaya çıkardı. Bunun yanında şekerin değerli bir yan ürünü olan Milas etil alkol üretiminde kullanılan önemli bir ürün. Bu ürünün diğer adı da “gıda alkolü”dür. Etil,ilaç sanayinde, boya üretiminde, eczacılıkta, parfümeride, dezenfektan olarak hastane hijyeninde, ekmek mayası üretiminde, ispirto üretiminde ve en çok da alkol üretiminde kullanılıyor. 2003 yılında Tekel yabancılara satılmadan önce etil alkol ithalatı sıfırdı.Dışarıya döviz ödemiyorduk. 2004 yılında 37 milyon litre yabancı etil alkol ithal edildi. 2016 Yılında ithal edilen etil 80 milyon litreyi geçti. Virüs kapıya dayanınca kolonya tüketimi patladı. Yerli ve milli etil alkol olmadığı için ithalatı bugün daha da arttı ve dışarıya döviz çıkmasına neden oldu.
          Dileyelim ki, yaşamakta olduğumuz bu virüs belası bizi kendimize getirir, tarım ve hayvancılığa gereken önemi vermemizi sağlar. Tarım ürünlerini ithal eden değil, yeniden ihraç eden ülke konumuna gelmemiz milli tarımımız ve hayvancılığımız için yeniden “diriliş”imiz olacaktır. Sözde değil, özde yerli ve millilik şiarımızdır.