Acayipliklerin, çelişkilerin, tezatların yaşandığı bir ülke olduk. Nereye baksan her tarafımızı zıtlıklar yumağı sarmalamış durumda. Akıl ve bilimden uzaklaşmanın itici, tiksindirici, ürkütücü görüntüsünü yaşıyoruz. Her ne kadar böyle bir yaşamı istemesek de, yanlış olduğunu bilsek de sesimizi duyuramıyoruz.
          Meselenin temelinde istismar var. Neticede kavramların içi boşaltılıp iyi niyetler, akıl, bilim, inançlar, dolayısıyla insanlar istismar ediliyor. Bunlardan bir tanesi ve en önemlisi din istismarıdır. Ülkemiz insanının geneli için din; hakiki saadetin, huzurun ve hayatın vaz geçilmez temel unsurudur. Dinin kuralları tartışılmaz, tartışılamaz. Anadan atadan bilgilerle dine bağlılığı olan insanımızın bu muhafazakar yapısı ulema vasıflı bazı kişiler tarafından istismar edilmektedir. Okuyan, inceleyen,araştıran insanlar bu girdaba kapılmamaktadır. Zira, anlatılanların dinle hiçbir ilgisinin olmadığı aydın insanlar tarafından bilinmektedir. 
          Yaşanmakta olan bu garabetin temelinde kulaktan dolma bilgilere inanma, araştırmama, sorgulamama ve bunların sonucunda da biat anlayışı yatmaktadır. Neticede ortaya çıkan boşluk hurafelerle doldurulmakta, inançlı insanlarımız tuzağa düşürülüp maddi ve manevi olarak sömürülmektedir.
          Son yaşanan acayipliklerden bir tanesi de gündemimizde bir hayli yankı uyandırmış ve aydın insanların tepkisini çekmiştir. Ulemanın (DİB) başındaki muhterem(!) Kur’an kursu temeli atmış ve bu kurs için vatandaşlardan yardım yapmalarını teşvik amacıyla buyurmuşlar ki “…yardım cennette yeri hazır.” Bakar mısınız, bu zat, Allah adına karar veriyor ve cennetten insanlara mekan tahsis ediyor. Tıpkı Ortaçağ’da kilisenin cennetin anahtarını dağıtması gibi.Skolastik ortaçağ zihniyeti. Bunu sıradan bir insan yapsa hemen uyarır, eleştirirsiniz. Bu şahsa hiç ses çıkarılmıyor ya da çıkarılamıyor. Oysa bu kurum ve başındakilerin görevi toplumu hırsızlıklara, arsızlıklara, vurgunlara, soygunlara ahlaksızlıklara karşı dinen bilgilendirmek ve aydınlatmak. Bakıyoruz bu konularda hiçbir fetva yok. Göz bebeğimiz olarak gördüğümüz Kızılay kurumu üzerinden bazı vakıflara para aktarılması suretiyle vergi kaçırılması pardon “vergiden kaçınılması!” konusunda herhangi bir açıklamaları yok. Demek ki bu durumu dinen sakıncalı görmüyorlar.
          Diyelim ki adamın biri çaldığı paralarla yardımda bulundu, ona da cennette yer verilecek mi?
          Bu kurum ve başındakilerin görevi; kurumları, belediyeleri soyup soğana çevirenleri, yolsuzluk batağına batanları dinen uyarmak ve onlara yaptıkları yolsuzlukların, usulsüzlüklerin, hırsızlıkların kul hakkı yemek olduğunu ve bunun dinen büyük günah olduğunu ve affının olmadığını anlatmak. Ama yapılmıyor, neden?
          Bu çarpıklıkları, çelişkileri yazmaya devam edeceğiz. Kimse hatayı laik sistemde aramasın. Laiklik, inançların sigortasıdır. Bu sistemde her inanç sahibi inandığı gibi yaşar, başkalarının inançlarına müdahale etmez ve saygı duyar. Laiklikte egemen olan, hukuktur. Hukuk aklın ürünüdür. İnsan aklı Yaradan’ın aklının tekamülüdür. Allah’ın bize bahşettiği bu hazineyi insanlık adına doğru kullanmak bir manevi vazifedir.  Ulema, bu vazifeyi doğru yapmakla mükelleftir.