Yaşadığım 40 yıllık bir ömür. Bir 40 yıl daha yaşanır mı acaba? Ya da bir 40 yıl daha aynı tempoda veya aynı sağlıkta veya aynı dostlarla…

Hepsi şüpheli değil mi?

Çünkü bir saniyesine bile hâkim olamadığımız bir ömrü yaşıyoruz…

Koşturarak, nefes almadan, hayata bir durak koymadan, beklemeden yaşıyoruz!

Yaşlılar hep der ya; Ömür nasıl geçti hiç anlamadık diye. Ben de arkama dönüp baktığımda nasıl geçti anlamadım. Dostlarım oldu, acılarım oldu, sevinçlerim oldu, ömrümün en vazgeçilmezleri evlatlarım oldu ancak bir ömür geldi de geçiyor…

Bir durakta beklemek lazım, soluklanmak lazım. Hayatın koşturmacası, bilmecesi, hüznü ve sevinci hiç bitmiyor…

İşler bitmiyor…

Bizler hep bir sonraki durakta dinleneceğimiz günü bekliyoruz, oysa ki o durak ya hiç yoksa ya da o durak bizim istediğimiz durak değilse!

Bir nefeslik ömürde bir nefes alıp, şöyle geriye bakıp ömrümüzün nasıl geçtiğini düşünün...

Dur durak bitmeyen işlere, ihtiraslara, koşuşturmalara dalıp kendini kaybeden bir sürü insan gördüm ben…

Keşke her şeye parayla, makamla sahip olunabilse ama imkânsız…

Ömrümüz sayfa sayfa bitiyor bir kitap gibi, su gibi akıp geçiyor zamana dur bile diyemiyoruz! Günlük hayatın koşturmacasında içimize bakmayı ihmal ediyoruz.Bazen kendimizle  bazen hayatla yüzleşmek gerek…

Erteleme yaptığımız bir dolu yaşanılması beklenen listeler var hepimizde…

Şu iş bir düzene girsin, bir çocuklar büyüsün, şu okul bitsin, hele bir şu sınavı atlatayım gibi bir dolu ertelemelerimiz var, sonunda mutluluğa kavuşacağımızı sandığımız zamanlar…

Oysaki zaman sürekli geçiyor ve üzerine hep yeni sorumluluklar yeni planlamalar getiriyor ve bu arada hayat da akıp geçiyor…

“Hayat bir nefestir; aldığın kadar. Hayat bir kafestir kaldığın kadar. Hayat bir hevestir; daldığın kadar.”

“Mevlana”