Hepimiz zaman zaman anılara doğru bir yolculuğa çıkarız. İşte ben de o zamanlardan birine doğru yolculuğa çıktım.

Kurtuluş Mahallesi Sağlamlar Sokak No: 24 Hacettepe-Ankara. Bu adres doğduğum evin adresiydi. Şimdi gitseniz bulamazsınız, zira benim gibi binlerce kişinin bu adresleri bulunamaz.

Bizlerin adreslerimizle birlikte çocukluğumuzun geçtiği mahallemizi, sokaklarımızı, anılarımızı ortadan kaldırıp yok ettiler. Çocukluğumuz yok oldu, anılarımız diye bakacağımız o mahalle ve sokaklarımız artık yok.

Bu bahsettiğim adreste, Ankara’nın göbeğinde, Hacettepe’de, ne o Hacettepe parkı ne yeşilliklerimiz, ne de evlerimiz var! Arkadaşlarımdan bazılarının babası, Yargıtay’da hakim, ya polis ya da esnaftı. Benim babam ise İstanbul’da deniyordu. Beni öyle kandırıyorlarmış. Annem 7 yaşıma kadar beni böyle kandırmıştı. Aslında babam, ben üç yaşımda iken ölmüş! 7 yaşımda çok kötü bir şokla öğrenmiştim öldüğünü!

Yaz aylarında akşam oldu mu balkonda oturup, Samanpazarı’ndaki Esen Park gazinosundan gelen şarkıları dinlerdik. Bazen de açık hava sinemalarına giderdik. Ne güzel günlermiş meğer o günler. Ankara’da o zamanlar oldukça büyük araziler varken, doğal güzelliği olan, tarihi yansıtan Hacettepe katledildi. Bilirsiniz, şimdiki adı Hacettepe Çocuk Hastanesi ve Fakültedir. Ankara’nın göbeğinde koskoca bir beton yığınlarıdır o binalar.

Sanki bizler orada doğmamıştık.

Sanki o dostluk, komşuluklar, acı ve tatlı anılar hiç olmamıştı. Sene 1956 veya 1957 tam hatırlayamıyorum. Takım elbiseli bir beyefendi dadanmıştı mahallemize. Adını sonradan öğrendiğimiz Dr. İhsan Doğramacı imiş. (Bu anlattıklarımı seneler önce ailemle gittiğimiz Numune Hastanesi’nin arka tarafındaki bir kebapçıda yakınlarıma anlatırken, yan masadan bir beyefendi, söze karışıp; ‘Kötümü oldu, bir hastane kuruldu oraya’ dedi. Ben de ‘Siz kimsiniz’ diye sorduğum da, ‘Ben İhsan Doğramacı’nın oğluyum’ demişti. Sanırım Bilkent’te hoca idi o dönem.) Evet kötü olmuştu, onca boş arazi varken, o dönemler evlerimizi çok ucuza alıp, bizleri darmadağın yapmıştı. Sık sık biz mahallemizde oyun oynarken gelir, yanaklarımızı okşar, ‘Yakında burada sizler için bir hastane kuracağım’ derdi.

Evlerimizi yıkacağından bizlere hiç bahsetmedi. Kurdu da, çok kısa bir sürede, Şaban Kliniği adı altındaki bu binada, çocukların tedavileri başlamıştı. Üç defa da yandı hastane, çok korkmuştuk ama kurtardılar. Biz Hacettepeli çocuklara da, Amerikan yardımları kutu kutu gelmeye başlamıştı. Yavaş yavaş kandırılıyor, alıştırılıyorduk. Hollanda kaşar peynirleri, aldığımız paketlerden, kalemler, silgiler, oyun kartları, fularlar, neler neler? Bilemezdik ki, anılarımızı, mahallemizi, sokaklarımızı elimizden alacaklarını, bilemezdik, bilemezdik ki. Her şey çok kısa bir süre sonra, söylentilerle başladı.

“İSTİMLAK”, bunun ne demek olduğunu anladığımda, iş işten çoktan geçmişti. Ankara’nın hemen hemen ortası sayılabilecek, bu güzel mahalle ve sokaklar, tarihe anılarımız ve evlerimizle birlikte yerlere gömüldü. O komşuluklar, Ayşe teyzeler, Kiraz, Melek, Halime  teyzeler, arkadaşlarımız darmadağın olduk. İstimlak konu olunca, bütün mahalleli değişik semtlere, biz de Anıttepe’ye taşındık. 13 yaşımda Anıttepe’de hep mahallemizi aradım. Komşuluklar çok farklı ama ayrı bir heyecan başlamıştı. Üstelik Anıtkabire bir sokak aramız vardı, bu da ayrı bir duygu oldu benim için. Gözümüz arkada, Hacettepe’de kalmasına rağmen bu semti de sevmeye başlamıştım. Bu alışma evresinde, sevgili anneciğim elinden geleni yapıyordu. Komşuluklar yavaş yavaş yine kuruldu. O eski Ankara evleri teker teker geçmişe doğru gittiler.

11.12.2008’de sevgili annemi kaybettim. 8 sene bitti, ölümün acı yüzüyle tanışmamın 8'inci yılı. Tüm bu anlattığım anılarıma, anneciğim de ansızın giriverdi. Ankara’ya gittiğim zaman, Hacettepe’den geçmemeye çalışırım. Annem, yaşadığım o sokaklar, evimiz hayalimde kaldığı gibi dursun istiyorum. Anılarım aklımdan çıkmıyor ama ben yine de, en çok “ANNEM’İ” özlüyorum, nur içinde yat anacığım, mekanın cennet olsun.