Esra Elönü'nün Ahmet Hakan'la yaptığı röportajın tamamı burada...

Ahmet Hakan: 28 Şubat’ta durduğum yerdeyim

Ahmet Hakan öncelikle geçmiş olsun. İyi misin?

Geçmiş oldu bile... İyiyim şimdi. Hamdolsun.

Isınma sorusuyla mı başlayayım yoksa direkt mi dalayım?

Seçim senin. İkisine de hazırım. Hatta direkt dalmaya daha fazla hazırım. Çünkü bana hep direkt dalarlar. Sanırım karşımdakilerde “direkt dalma” hissi uyandırıyorum. Neden? Bilmiyorum. Gerçekten bilmiyorum.

Kavgacı ve gıcık olduğunu kabul ediyor musun?

Söylenmesi gereken her şeyi söylediğim için kavgacıysam, evet kavgacı olduğumu kabul ediyorum. Söylenmesi gereken her şeyi en kıl biçimde ifade ettiğim için gıcıksam, yine evet kabul ediyorum gıcığım. Ama bu ikisi dışında asla kavgacı ve gıcık değilim. Özünde iyi bir insanım. Ama son tahlilde... Gerçi en son tahlilde Melih Gökçek için bile ‘iyi insan’ diyebiliriz ama olsun... Tanısan seversin yani.

İnsanlarla neden bu kadar çok uğraşıyorsun?

Şöyle bir söz var: Büyük insanlar fikirlerle, orta insanlar olaylarla, küçük insanlar kişilerle uğraşırlar. Ben bir küçük insanım... Fikirler ve olaylardan ziyade kişilerle uğraşırım. Mesleğim de aslında küçük insanların yapabileceği bir meslek... Gazetecilik bir tür kişilerle uğraşma sanatıdır. Ne yapalım, Mevla benim kaderimi böyle çizmiş. Kaderden kaçılmaz.

ARTIK SANCAK’A ŞEMS DEMEYECEĞİM

Önceden mahalle atışmaların daha zevkliydi. Sen imanlı hava sahasına dalıyordun saha sana coşuyordu. Niye bu kadar siyasileştin?

Siyaset bizi rahat bırakmıyor ki... Beş seçim yaşadık birbiri peşi sıra... Yetmedi, her gün başka bir siyasi olay. Yetmedi, her gün ayrı bir demeç... Siyaset hayatın her alanına sirayet etti. Artistler ve türkücüler bile siyasetçi gibi oldu. Siyasetçiler hayatın her alanıyla ilgili sözler söylüyorlar. Bazen dizi eleştirmeni oluyorlar, bazen doktor... Köşe yazarı gibi oldu siyasilerimiz... Onlar bizim işimizi yapar olunca, biz de onların işini yapar olduk.

İskele Sancak’la mı uğraşmak zordu yoksa Ethem Sancak’la mı?

İskele Sancak daha zevkliydi... Açık denizlerde püfür püfür yol alıyorduk ne güzel... Ethem Sancak öyle mi ya? Boğulacak gibi oluyoruz. Hafazanallah!

Ethem Sancak’a Şems derken eşcinsellik imasında mı bulunuyorsun?

Asla! Kata! Hayatta bu tür imalarda bulunmam. Ethem Sancak söz konusu olsa bile bunu yapmam. Mevlana ile Şems arasındaki ilişkinin ne tür bir ilişki olduğunu anlayabilen biriyim. Bu açıdan “Şems” sıfatı, aslında bir iltifattır Ethem Sancak için... Ama Mevleviler çok alınıyorlar. Bu yüzden artık ona öyle demeyeceğim.

HAKİKİ GAZETECİ, ADAM SATAR

Hangi partiye oy verdin?

AK Parti harici bir partinin adını versem, “Sen oy vermedin, o oy vermedi, kim oy verdi o zaman” diye çıkışabilirler. AK Parti desem, “Sen de mi arkadaş sen de mi?” diye ağır bir mahalle baskısı işleyebilir. En iyisi bende kalsın.

Tarafsız olman her kesim için çok cazip, lakin seçim öncesi HDP’nin ekran koruyuculuğunu yapman çok şaşırtıcı, yanılıyor muyum?

Yanılıyorsun ki hem de nasıl! HDP’nin ekran koruyuculuğunu falan yapmadım. Selahattin Demirtaş’la yaptığımız o meşhur programı aç ve izle... Göreceksin ki o programda Demirtaş’a sorulması gereken her türlü soru, hem de en sert biçimde sorulmuştur. Kardeşinin dağda olması durumu dâhil. Ben hiçbir programımda hiçbir partinin koruyuculuğunu yapmam. Sorulması gereken her soruyu sorarım. Bunu efelik olsun diye söylemiyorum. Aksi durumda kendime olan saygımı yitiririm. Sorulması gereken soruyu sormaz ve koruyuculuk yaparsam biterim ben. Başkalarının gözünde değil, kendi gözümde biterim. Ki bir insan için en feci bitiş budur.

Niye bu kadar kolay adam satmaca oynuyorsun? Önce Demirtaş, sonra Kılıçdaroğlu, Bahçeli…

Ben günlük siyaset yazıyorum... Demirtaş mı söz konusu? Çok parlak, çok zekice bir çıkış yapıyorsa övüyorum. Yapamıyorsa eleştiriyorum. Bahçeli için de geçerli bu... Kılıçdaroğlu için de... Buna “adam satma” denebilirse... Evet, satıyorum. Hakiki gazeteciler, adam satanlardır. Daha doğrusu: Hakiki gazeteciler, satmak ya da almak gibi tabirlerle nitelenemeyecek ilişkiler kurarlar siyasetçilerle. Benim siyasetçilerle ilişkim böyle bir ilişkidir. Ben 40 yıl aynı kişiyi öven ya da 40 yıl aynı kişiyi yeren eski tip gazetecilerden değilim... Kimsenin adamı değilim. Kimsenin goygoycusu da değilim. Kimseye verilmiş bir sözüm yok. Kimseyle ahitleşmedim. Dolayısıyla siyasetçilere şöyle seslenmek istiyorum: Sakın bana güvenmeyin, anında satarım.

LİDER TAYYİP ERDOĞAN’DIR

Gerçekten Kılıçdaroğlu’nun bir lider olmadığını bir gecede mi anladın?

Kılıçdaroğlu’nun lider olmadığını daha önce de yazmıştım. Ama diyelim ki yazmadım. “Evet kardeşim, bir gecede anladım” diyebilirim. Çünkü siyaset, her şeyden önce bir netice alma sanatıdır. Eğer Kılıçdaroğlu’nun netice alamadığı bir gece daha ortaya çıkmışsa... Onun lider olamadığını bir gecede anlarsın. Mesele bu kadar basittir yani.

Kılıçdaroğlu lider değilse lider kim? 

Tayyip Erdoğan tabii ki... Liderdir. Tartışmasız... Demokrat mıdır, tahammüllü müdür... Tartışılır. Hem de çok.

Tetikçi misin?

Erbakan Hoca’mız 70’lerin anarşi yıllarında, “Hiç tetik çeken el ile tespih çeken el bir olur mu?” derdi. Ben de aynı cevabı vermekle yetinmek istiyorum.

Aydın Doğan sence pişman mı? Yoksa paçayı mı kurtarmaya çalışıyor?

Bugün bu ülkede böyle bir sorunun soruluyor olabilmesi bile demokrasimiz açısından, hukuk sistemimiz açısından ne kadar kötü durumda olduğumuzun bir göstergesi... Eğer biz bir demokrasi isek neden pişman olsun ki? Eğer biz bir hukuk devleti isek neden paçayı kurtarmaya çalışsın ki? 

Doğan Medyasının terör kampanyası yaptığı iddialarına ne diyorsun?

Gülüyorum. Eskiden Kanal 7 için denirdi böyle şeyler... Eskiden Kanal 7’ye yapılırdı bu türden kampanyalar... Yaftalama ve kampanya yapma alışkanlığı bitmedi, sadece el değiştirdi. Ne kötü değil mi? Ne üzücü! 20 yıldır gazetecilik yapıyorum. Bir gün bunun biteceği günü görmeyeceğim diye üzülüyorum.  

28 ŞUBAT’TA DURDUĞUM YERDEYİM

Ben Yasin Börü katliamını oyların siyasetin çok üstünde bir yerde görüyorum. Saz çaldırdığın adama Yasin Börü’yü sordun mu? Berkin’i Hükümet’e soruyorsun? 

Berkin Elvan ile Yasin Börü’yü karşı karşıya getirmeyi bırakalım artık. Ne ben Yasin Börü için içimin yandığını kanıtlamaya çalışayım, ne de sen Berkin Elvan için içinin yandığını kanıtlamaya çalış. Yasin’i Demirtaş’a, Berkin’i hükümete soralım... Hep beraber yapalım bunu... Hiçbir ayrım yapmadan... El ele... Hep birlikte... Ama hükümete Berkin’i daha çok soralım, çünkü Demirtaş, hiç değilse Yasin’in anasını meydanlarda yuhalatmadı.

‘Kıvırmada yılan bile benle yarışamaz, yılanın bile belini kırarım’ diyen Ertuğrul Özkök’ü eleştiren bir yazı yazacak mısın yoksa katılıyor musun?

Ertuğrul Özkök’ü o kadar çok eleştirdim ki... Onu eleştirmekten kaçındığımı düşünmüyorsundur herhalde... Ayrıca sana bir tüyo vereyim: Ertuğrul Özkök eleştirildiği zaman değil, eleştirilmediği zaman mutsuz olur. Yani eğer onu eleştirmiyorsam, bil ki mutlu etmek istemiyorumdur.

28 Şubat’ta verdiğin mücadeleyi hepimiz biliyoruz... Doğan Medyası’na karşı verdiğin mücadele... Eski düşmandan gerçekten dost oluyor mu?

28 Şubat’ta nerede duruyorsam, şimdi de aynı yerde duruyorum. Bu cümleyi keşke herkes benim kadar rahat kurabilse... Eskiden Doğan Medyası’nın yaptığının bin kat fazlasını yapan bir medya var bugün maalesef... Eskiden Doğan Medyası’nda Kanal 7’nin patronlarına “Ahmet Hakan’ı işten at, yoksa işinizi bitiririz” diye yazılar çıkmıyordu. Eskiden Doğan Medyası’nda bize karşı “Sizi sinek gibi ezeriz, merhametimizle hayatta duruyorsun” diye yazılar yazılmıyordu. Eskiden Doğan Medyası’nda askere karşı yazılar yazan, bize destek veren yazarlar vardı. Eskiden Doğan Medyası’nda Kabataş yalanına benzer bir yalana omuz verilmemişti. Eskiden Doğan Medyası’nın hiç mi hatası olmadı? Olmaz mı? Hem de çok. Ama eskinin Doğan Medyası’nın hatalarını gündeme getirmek için biraz yüzümüz olmalı değil mi? Bugün muhafazakâr medyanın bir kısmında yapılanlara bakınca... Eskinin Doğan Medyası’nı eleştirmek için insanda bayağı bir kızarmayan yüz olması lazım.

İSLAMİ KESİMİN ALİ KIRCA’SI DİYORLARDI

Dalağın, çorabının rengi, sık değiştirdiğin sevgililerin haricinde malzeme edilecek başka bir özelliğin var mı?

Sanırım yok. Olsaydı kesin malzeme yaparlardı. Dön dolaş hep aynı terane: Beyaz çorap, dalak... Beyaz çorap, dalak... Ben sıkıldım, yazanlar sıkılmadı arkadaş.

Çok mu ileri gittik acaba diye düşündüğün anlar oldu mu?

Gazetecilik çok ileri gitmek sanatıdır. Bu yüzden “çok mu ileri gittik acaba” demem ben. Her zaman “yeterince ileri gidemedik mi acaba” derim.

Sence ikinci Ahmet Hakan kim?

Bana eskiden “İslami kesimin Ali Kırca’sı” derlerdi. Çok içerlerdim bu cümleyi işittiğimde... Şükürler olsun ki artık “ikinci Ahmet Hakan kim” falan akla gelmeye başlamış.

Kanal 7’de en çok hangi mesai arkadaşını özledin?

Zekeriya Karaman ve Mustafa Çelik... 10 yıl geçirdim ikisiyle de... Zekeriya Bey çok muhterem, çok saygıdeğer, çok iyi niyetli bir insandır. Bir gün bile herhangi bir nezaketsizliğine tanık olmadım. Mustafa Çelik’le çok daha yakındık. Onu da hep hürmetle anıyorum. Her ikisiyle de ilişkilerimi çok yakından sürdürmek isterdim. Ama galiba biraz, “Buradan gitti ama gözü arkada kaldı” denmesin istedim. Kanal 7 geçmişim, benim gurur kaynağımdır. Beni Hürriyet’ten okuyan, CNN Türk’ten izleyen birçok kişi, “Biz seni eskiden Kanal 7’deyken de izlerdik” diyor. Buna çok memnun oluyorum. Aslında gazetecilik çizgimde çok da büyük bir kırılma olmadığının kanıtı gibi görüyorum bunu...  

Bu mesleği bırakırken helallik isteyeceğin ilk isim kim?

Herkes... Bu meslek, öyle bir meslek ki bırakırken herkesten helallik alman gerekir.

BRUCE LEE OLMAK İSTERDİM

Melih Gökçek’i seviyor musun?

Seviyorum. Hem de çok... Afacan bir çocuğu sever gibi... Kardeşinin saçını çeken yaramazı sever gibi... Elindeki topa güvenerek takım kurmaya kalkan hırçın ufaklığı sever gibi...

Kimle kim bir araya geldiğinde kesin senin dedikodun yapılıyordur?

Umarım mümkün olduğunca çoktur dedikodu yapanlar... Eğer birileri birileriyle bir araya geldiğinde dedikodumuzu yapmıyorsa... İşte biz o gün tükeneceğiz.

Önceki atışmaların mı daha keyifliydi şimdikiler mi?

Öncekiler hiç kuşkusuz. Önceden atışmaya başlarken takım elbise, kravat takar öyle atışırdık. Herkes birbirine “beyefendi” derdi. Nerede o eski atışmalar!

Çocuğuna ilk tavsiye edeceğin kitap?

Ben geç keşfettim, o geç kalmasın diye “Çavdar Tarlasında Çocuklar”.

Savunma sporuyla ilgilenmeyi düşünüyor musun?

Bir Bruce Lee olmak isterdim çocukken. MTTB ve Akıncılar’da karate kursuna gittim. “Senden bir numara olmaz” diye yollamışlardı beni. Kuşakta renk değiştiremedik yani.

Emekli olunca kırdığını düşündüğün insanlardan özür dileyecek misin?

Bunun için emekli olmayı beklememe ne gerek var? Kırdığım herkesten özür dilerim.

DEPRESİF BİR KİŞİLİĞİM VAR

En sevdiğin Kemal Sunal filmi?

Salako ve Davaro... Övünmek gibi olmasın ama ben bu iki filmi de vizyona girdiğinde sinemada izlemiş adamım... Çocuktuk o zaman... İtişe kakışa gitmiştik sinemaya... Kalabalık bir ergen topluluğu... Sürekli kıkırdayarak izlemiştik... Ama bu iki filmi de ben asıl televizyonlarda defalarca gösterildiği dönemlerde sevdim. İkisi de benim terapi aracım olmuştur uzun bir zaman... Boş gözlerle baktığım türden...

Tahammül edemediğin ses?

“İnşaat ya Resullüllah” dendiği günden beri giderek artan inşaat sesi... Çekiç sesi, matkap sesi... Kentsel dönüşüm sesi... “Bilmem ne evleri” sesi... AVM sesi...

İmam Hatip’te Kur’an notun kaçtı?

Çok ama çok yüksek, 10... Çünkü ben imam-hatipten önce Kur’an kursuna gittim bir yıl... Hem de İsmailağa’ya bağlı Yeşil Camii Kur’an Kursu... Ünlü hafızlar yetiştirmekle meşhur kurs. Orada “reisül kurra” diye bilinen meşhur âlimlerden merhum Mehmet Aşıkkutlu’nun beni dinlemişliği bile vardır. Tecvidimiz, kıraatimiz süper sağlamdır yani.

Babana en son aldığın hediye?

Rahmetli babama bir otomobil satın almıştım. Pek memnun kalmıştı. Çok düşkündü rahmetli arabaya... Üç yılda beş bin kilometre yaptı... Gözü gibi bakardı... Yadigar kaldı kendisinden... Satmıyoruz. Kıyamıyoruz. Öylece duruyor.

Çok saçma olsa da bırakamadığın alışkanlığın... 

Hangisini sayayım? En sıkıcı filmleri bile sonuna kadar izlemekten bir türlü vazgeçemem... Beyaz çikolatalı dondurmanın tiryakisi oldum ki bırakamıyorum... Günde en az 10 tane kahve önüme gelmezse o gün fena halde aksileşirim... Sayım Çınar’la günde en az sekiz telefon görüşmesi yaparım mesela... Kötü romanlar okumaya bayılırım... Neyse... Bu uzar gider böyle.

EN SEVDİĞİM SURE ‘FECR’

Depresyona en son ne zaman giriş yaptın?

Ne zaman giriş yaptığımı hatırlamayacak kadar uzun zaman oldu. Depresif bir kişiliğim var. Mizacım böyle... Kendimi bırakmam. Sürekli alarm halindeyim.

En zeki düşmanın?

Çok zeki bir adam değilim. Bunu rahatlıkla söyleyebilirim. Ancak rahatlıkla söyleyebileceğim bir şey daha var: Maalesef düşmanlarım benden daha zeki değil.

Kazandığın ilk parayla ne yaptın?

Bir karton Camel marka sigara ve kebapçıda büyük ziyafet.

En sık okuduğun sure…

Felak ve Nas... Bu iki sureyi sürekli okurum... Koruma kalkanı vazifesi görür bu sureler benim için... Ama en sevdiğim sure “Fecr” suresidir. Muhteşem bir suredir... “Ant olsun fecre/Ve on geceye/Ve çifte ve teke/Ve karanlığıyla örten geceye...” Böyle başlar. Hem anlamı hem musikisi pek derin, pek etkileyicidir. Abdüssamet var ya... Hani şu Mısırlı hafız... Devrimci bir edayla bir okusun, ağlarsın.